19 Aralık 2007 Çarşamba

La Fin d’Année


2007 yılının son günlerini yaşıyoruz. Her yıl bu dönemde hep aynı “film”i seyrediyoruz gibi geliyorsa da bana insan hayata azıcık renk katan atmosferin büyüsüne kapılmadan edemiyor. Televizyonu açıyorsunuz ilk bir kaç sahnesinden sonunu anlayabildiğiniz hoş ama boş noel filmleri… Harıl harıl alışveriş… Ev süslemeleri, çam ağacı altında biriktirilen hediyeler.. Sanki soğuk, yağışlı ve karanlık havanın verdiği iç karartıcı atmosferi dağıtmak amacıyla ışıl ışıl sokaklar… Gözünüzü almadağınız vitrin süslemeleri…Hele Galeries LaFayette gibi Les Grands Magazins’lerin özenle hazırladıkları ve çocukların saatlerce izlemek istedikleri her tür sihirli ve renkli dekor—sizin de durup bakmak gelmiyor mu içinizden? Kullanılan teknoloji, masalımsı sahneler… aramızda en gerçekçi olanlarımızın bile etkilenip içi ısınıyordur sanırım.

Yeme-içme konusunda sınır tanımayan çeşit çeşit yiyecek—meşhur fransız “haute gastronomie” spesyaliteleri: fois gras, coquilles saint-jacques, fruits de mer, boudin, o yemyeşil tereyağla doldurulmuş sevimli salyangozlar, özellikle bu dönemde rastladığımız chapon, pintade, canette, caille, polarde, lievre, chevreuil… tabii ki vazgeçilmezler: somon füme, havyar, homard, langouste, langoustine, coq au vin, cassoulet, confit de canard, peynir çeşitleri ve pek tabii ki noel sofrasının vazgeçilmezi «bûche de noël»: klasik bir pastayken dondurulmuşu, kestanelisi, frambuazlısı, egzotik meyvalısı derken her yıl ne çeşitler üretiyorlar…

Istanbul’daki ünlü bir restaurandan emaille bu yılın yılbaşı menüsü geldi geçen gün… listeye göz atarken buradaki menülerden epeyce farklı olduğunu farkettim ama daha önemlisi (yılsonu nostaljisinden mi bilinmez?) eski yılbaşı geceleri film şeridi gibi geçti gözümün önünden: bankacılık yıllarımda 31 Aralık akşamı tüm hesaplar tutmadan şubeyi kapatamamak, eşimin masamın yanındaki koltukta sabırsızca “hadi ama Sibel, bitirin de gidelim artık” söylenmeleri, “ya bu bankacılık da meslek mi, nasıl düştük biz bu işe” yakınmalarımız ardından mesai arkadaşlarımızla işi şakaya vurup kadehlerimizi şerefe kaldırışımız… ah ne günlerdi o günler… Daha da gerilere gidersem çocukluk yıllarımda yılbaşı akşamları güzeldi: aile arasında toplanmalar, annemin özenli, lezzetli, güzelim sofrası, (mutlaka şütte’den italyan salatası-niye italyan? sormayın, bilmiyorum!) kuzenler, yeğenler, büyükanneler/babalar, halalar, amcalar, tombala, cicili bicili hediye paketleri, gece yarısı olmadan kanapede sızan biz çocuklar.. Genç kızlık yıllarımda ise kimi yılbaşı geceleri hayal kırıklıklarıyla da eşdeğer olmuştur: Sanki o gece çok özel olacakmış gibi hazırlıklar, en eğlenceli programı, en iyi lokali, en lezzetli menüyü seçmek için çırpınmalar, giysim, saçım-başım çok güzel olsun debelenmeleri.. çoğunlukla çok eğlenmeyi beklerken hiç eğlenememek… işin sırrı çok büyük beklentilere girmeden işi oluruna ve ruh halinizin akışına bırakabilmekte sanırım. En güzel yılbaşılarımdan biri pijamalarımızla evde otururken gece yarısına iki saat kala aniden karar verip altımıza blue-jeanlerimizi çekip buz gibi havada Concorde meydanında havai fişek gösterisini izleyip şampanya patlattığımız bir yılbaşıydı… herşey öylesine improvisée…

Ister klasikçi olun ister daha egzotik… Dünyanın neresinde olursanız olun, yeni deneyimlerle süslü, zevk ve sevinç getiren günleri bol, sıkıntı ve dertlerle başedebilme gücünü kendinizde bulabileceğiniz, emeğinizin karşılığını alabileceğiniz, değer verdikleriniz ve size değer verenlerle paylaşacağınız güzel bir yıl olsun.

2008’de yazılara devam…

28 Kasım 2007 Çarşamba

Paris Yanıyor!


9 gün süren grevleri az çok atlattık, şimdi yangınlar başladı! Televizyon ve gazetelerden takip edenlerin bildiği gibi geçtiğimiz pazar akşamı Villiers-le-Bel banliyösünde polis otosuyla çarpışan motosikletli iki gencin hayatlarını kaybetmelerinin ardından gösteriler başladı. Araçlar, binalar, resmi ve özel bir çok işyeri ateşe verildi, şehrin ana okulu, kütüphanesi tamamen yandı... Tam da 2005 yılındaki banliyö olaylarından tam iki yıl sonra... Amerikalı bir tanıdığım ABD’deki aile ve arkadaşlarının olayları sorduğunu, kendisi için endişe ettiklerini hatta noel için Paris’e gelmeyi planlayanların tatillerini ertelemek istediklerinden bahsederken « aa biz birşey görmüyoruz ki, Paris’te değil, uzak yerlerde » yanıtını verirken ne kadar da boşverci geldi... Bana ne kadar ters gelse de Fransa’da yasayan kimi yabancıların çevrelerinde yaşanan siyasi ve sosyal olayları önemsemediklerini farkettiğimi düşündüm. Herkesin tavrı kendine tabii ki ama olayın garibi son yirmi-otuz yıldır Fransızların da yaptığı bu değil mi ? Şehir dışlarına çirkin siteler kur, çoğunluğu kuzey afrikali göçmen aileleri bu banliyölere yerleştir ve düşün ki gözden ıraksa görülmeyecekler, « Paris’in ışıltılı » havasını bozmayacaklar. Fransızlar kendi gözlerinin önündekileri görmezden gelmemişler mi? Şimdi işsizlik oranının %40-50’lere ulaştığı, polisin yıllarca “giremediği” bu “quartier”lerde yetişen, topluma entegre ol(a)mayan işi, gücü, beklentisi, geleceği olmayan bu gençler (Sarkozy’nın deyimi ile « bir kısım serseriler ») ses getirmeye çalışıyorlar. Ancak böyle haberlerle medyanın ve halkın ilgisini çekebildiklerinden olaylar durulsa da aslında hep var olacak. Ya Paris’in içi? Bu hafta yayınlanan son istatistikler Champ Elysees’deki suç oranının yüksekliğinden bahsediyor. Bölgenin sakinleri dertli, belediye başkanı «yeni bir Pigalle oluşuyor» diye bas bas bağrıyor. Velhasıl Fransızların « le plus beau avenue du monde »ları şık bir quartier’den şiddet, uyuşturucu, kadın ticareti, haraçla beslenen bir bölgeye dönüşme yolunda ününü yitirip düşüşe geçmeye başlıyor.

Paris yanıyor derken çok boyutlu tartışılabilecek ciddi politik konular değil değinmek istediğim… çok daha hafif bir konuydu bahsetmek istediğim... Malum Noel yaklaşıyor. Vitrinler capcanlı, ışıl ışıl... Hôtel de Ville, Gare Montparnasse ve Bibliothèque François Mitterrand’da kurulan paten alanları kış havasını hissettiriyor. Tabii ki tam alışverış zamanı, hayal kurma, tatil planı yapma, misafir ağırlama zamanı... Yerli ve yabancı turistler şehre akmaya başladı, alışveriş çılgınlığı önümüzdeki günlerde delice bir koşturmaya, bitmez tükenmez kuyruklara dönüşecek(Noel, yılbaşı alışverişiniz varsa sakın fazla ertelemeyin, son haftalara kalmayın)

Geleneksel Noel ışıkları, banliyölerin ateşe verildiği 26 kasım akşamı Paris Belediye başkanı Delanoë ve artist Vanessa Paradis tarafından Champs Elysees’de yakıldı. Kullanılan ampuller son yıllarda hep General Electric imzalı… 2,4 km boyunca 415 ağacın ışıklandırıldığı caddede bu yıl az tüketimli özel ışıklar sayesinde normal maliyetin %70 azaltılması hedefleniyor. Aynı akşam tüm Paris’de sokaklar, binalar Noel ışıklarını yaktılar. Paris Belediyesi, Turizm Ofisi ve Ticaret Odası sponsorluğunda esnafın da katılımıyla bu yılki tema yaratıcılık, yenilik, çevreye saygı kapsamında enerji tasarrufu imzalı...

Aşağıda ilk anda dikkatimi çeken sokaklardan bir kaçı:

2nd: Rue Montorgueil: "Forêt de Lumière"

5th to 6th: Boulevard Saint Germain, Place Saint Germain des Prés: "Brillante est la Nuit"

7th: Rues Saint Dominique, de Grenelle, Malar, Jean Nicot: "Pluie de Corolles"

8th: Avenue Montaigne: "Organdi"

9th: Rue Caumartin: "Christmas Canada"

10th: Boulevard Magenta: "Ilot de Lumière"

11th: Rue Oberkampf, rue Parmentier: "Disques d’Or"

12th: Viaduc des Arts: "Arcades Étoilées"

13th: Avenue des Gobelins, avenue d’ Italie: "Soleil Couchant"

14th: Rue d’Alésia, rue des Plantes: "Dans les Nuages d’Alésia"

15th: Rue Lecourbe, rue Cambronne: " Boules d’Étoiles"

16th: Village d’Auteuil: "Ciel d’Or à Auteuil"

17th: Rue de Courcelles: "Les Bijoux de Courcelles"

18th: Place et Rue des Abbesses, Rues Lepic, A. Bruant, Tholozé, de Maistre, Véron: "20 000 Feux sous Montmartre"

20th- Rue de Belleville, rue du Jourdain: "Le Cœur du Village s'Illumine"

Tüm liste için:



Güzelce giyinin, fotograf makinenizi alın ve şehrin bu büyülü havasını solumaya çıkın. Belki bir yerlerde karşılaşırız...

18 Ekim 2007 Perşembe

Le Salon du Chocolat

Semaine de Gout’dan bahsedip de Salon du Chocolat’yı yazmasaydım olmazdı. Çikolatayı kim sevmez? O muhteşem koku, o pırıl pırıl renk, o ağızda eriyen lezzet... Mutluluk «bir kare çikolatada» değil de nededir? Salon Paris’te bu yıl 13. kez açılıyor. Ardından New York, Moskova, Shanghai, Tokyo takip edecek. 14,000 m2 alana yayılan ve dünyanın her yanından katılan 130’u “chocolatiers” 400 katılımcının renklendireceği fuar dört gün boyunca çikolata severleri ağırlayacak.
Bu yıl programda ilgimi çeken konferanslar arasında “Çikolata kalbin dostu mu?”, “Çayla çikolatanın birlikteliği”, “Şarap çikolata eşleştirmesi”, “Çikolata tüm ağrılara çare mi?” gibi başlıklar var. Çocuklar için atölyeler var, kakaonun çikolataya metamorfozunu öğrenmeleri için bundan güzel fırsat var mı? Geçen yıllardan biliyorum, ünlü cuisinier(aşçı), patissier(pasta ustaları), glacier(dondurma ustaları) ve chocolatier(çikolata ustaları)nın demonstration’ları muhteşem.. Geçen yıl Nestle’nin leziz çikolata tartına, benim de ders aldığım Versailles’in ünlü çikolatacısı Daubos’un fondant’ına, gurmelerin çok taktir ettiği Tokyo’lu Madame Setsuko’nin şampanyalı çikolatasına, son bir iki yıldır çok moda olan tuzlu-tatlı kombinasyon kapsamında çikolatalı tavuk tadlarına doyamamıştım. Ya o harikulade ganache, denemediyseniz zevkin doruğu nedir bilmiyorsunuz demektir!
Bir de muhteşem defileden bahsetmeden geçemeyeceğim. Defile, ihtiyaç sahibi çocuklara yardım toplayan ve Noel kutlamalarında çikolata dağıtan Voix de l’Enfant derneği yararına yapılıyor. Çikolatacılarla modacıların kafa kafaya verip ürettikleri ve ünlü mankenlerin sundukları çikolatadan yapılan neredeyse gerçek ötesi, mistik ve büyülü kreasyonları mutlaka görmelisiniz, bir daha modaya ve çikolataya aynı gözle bakmayacaksınız!

19-22 Ekim 2007
Paris Expo, Porte de Versailles
http://www.chocoland.com/

16 Ekim 2007 Salı

La Semaine du Goût


Bu yıl 15-21 Ekim tarihleri arasında bir hafta boyunca 18. kez Lezzet Haftası kutlanacak. Bu yılki slogan çok hoş: «Fête plaisir, invitez-vous à la 18ème Semaine du Goût» (dikkat ettiniz mi, küçük bir kelime oyunu var: fêter ile faire fiilleri arasında... iki arada bir derede minik bir de fransızca dersi!)

Ilki 1990 yılının 15 Ekim günü Trocadero meydanında gazeteci, gastronomi yazarı Jean-Luc Petitrenaud inisyatifi ile gerçekleştirilmiş. Ardından süresi bir haftaya uzatılmış ve ülke çapında çok ilgi gören geleneksel bir kutlamaya dönüşmüş. Bir hafta boyunca ünlü şefler, restaurantlar, yiyecek/içecek dükkanları, üreticiler lezzet tutkularını halkla paylaşıyorlar. Kutlamalar üç ana davet etrafında gelişiyor:

-Zevke davet: Tadların farkına varın, yeni tadlar keşfedin, damak tadınızı geliştirin. Örneğin moleküler cuisine’ e ne dersiniz?
-Kutlamaya davet: Sevdiğiniz bir restoranda ya da hiç denemediğiniz birinde yer ayırtın. Sevdiğinizle başbaşa veya ailenizle, dostlarınızla… Yüzlerce restaurant bu hafta için özel menüler sunuyor. Michelin yıldızlılarda bile süper hoş promosyonlar var. Keyfini sürün.
-Yapmaya/üretmeye davet: Arkadaşlarınıza, sevgilinize, çocuklarınıza farklı bir yemek yapın, yeni bir tarif deneyin, renkli bir sofra etrafında buluşun, güzel lezzetlerın tadına varın.

Hafta boyunca oyun, yemek dersleri, tadım seansları, sergiler, konferanslar, atölyeler, animasyonlar, okullarda “tad dersleri” gibi Fransa genelinde 700 civarında aktivite planlanıyor, size de uygun bir/bir kaç tane olacağından eminim. Tad almanın ne büyük bir haz olduğunu düşünün. Kendinizi suçlamadan bu özel festivale katılın, fransız gastronomisini öğrenmek/yeniden keşfetmek için bu lezzet deneyimini kaçırmayın. Daha detaylı bilgi için: http://www.legout.com/

1 Ekim 2007 Pazartesi

Paris Sokaklarında Sürprizler


Bu şehrin sokaklarının gez gez insana verdiği zevkin sınırı yok. Her sokakta tarihin içinden fırlamış binalar (bazen acaba insanları da o tarihte asılı mı kalmış diye düşünüyorum doğrusu!), şehrin karmaşından iki adım ötede küçücük village(kasaba)’lar, avlulara bakan pencerelerin ardında binbir çeşit yaşam... Tabii ki şehir bir yandan eski dokusunu mümkün olduğunca korumaya çalışsa da değişime, gelişime kapalı değil... zaten yöneticileri de Paris’in müze şehir olmasını istemiyorlar. Tüm çabalar Parislilerin ziyaretçilerle en güzel şekilde paylaşabildiği, yaşayan, nefes alan, enerjik, ruhu olan, her gün yeniden doğan bir şehir yaratmakta..

Paris sokaklarında gezinirken hoş sürprizlerle karşılaştım bu ay, paylaşmak istedim:

Poussette Café: Pusetteki bebeğinizle daracık klasik bir Paris kafesinde mola verip bir şeyler içmek/yemek istediniz mi hiç? Bazen içeri girmekten çekindiğiniz oldu mu? Puset masaya çarpar bir şeyleri devirir miyim, iskemlelerin arasından geçemez miyim? Ya o dayanılmaz sigara dumanı… Işte ilk bebeğinin doğumundan sonra bunları bizzat yaşamış olan Laurence Constant kendi deneyimlerinden yola çıkarak hoş bir konsept oluşturmuş: Puseti garaja park ediyor(!), biberonu mikroda ısıtıyor, kahvenizi alıp keyfinize bakıyorsunuz. Atölyeler, doğumgünleri, anne adaylarına öneriler, yani aktivite bol… Epey hoş düzenlenmiş, aklınızda bulunsun.
6 Rue Pierre Sémard, http://www.lepoussettecafe.com/

New York ve Londra’da sıklıkla karşılaşılan ama Paris’e ancak yavaş yavaş giren bir başka konsept: iki veya üç şeyi bir arada yapabileceğiniz tek duraklık butikler... Çiçekçide bir kadeh şampanyaya ya da frappe votka’ya ne dersiniz? Işte Le Bar Fleur’s... Gece saat 2’ye kadar açık olan dükkanın sahipleri NY’dan dönen iki arkadaş: Çiçeğinizi seçerken kokteylinizi içip lezzetli tadımlıklardan da deneyebilirsiniz.
3, Rue des Tournelles http://fleuretvodka.free.fr/

Le Wash Bar : Çamaşırınız makinede yıkanırken meyve suyunuzu içip bir şeyler atıştırabilir, hoş kanapelerde oturup televizyon seyredebilir ya da bilgisayardan emaillerinizi kontrol edebilirsiniz. Zamanın değerini anlamaya başladılar mı, ne dersiniz?
65, Boulevard de la Villette http://www.washbar-lg.com/

Çay sever misiniz ? Özel Cin çayları satın almak için girdiğiniz dükkanda güzel bir masaja ne dersiniz? Aromatik yağlar, enerji verici, toksin giderici ya da özellikle düğün günü öncesi hanımlara aşkın çiçeği gül yağları ile özel masajlar…
Dragon et Phenix 71, Rue des Gravilliers http://www.dragonetphenix.com/

Bisikletinizin lastiğini şişirmek mi gerekiyor ? Vélo et Chocolat’a uğrayın. Sıcacık bir çikolata içerken işiniz hallolsun. 77, Quai de Seine

Paris sokaklarında ilginç keşifleriniz olursa bana yazın, listemizi zenginleştirelim.

27 Eylül 2007 Perşembe

Welcome


En çok ziyaret edilen şehir unvanını elinde tutan Paris bu yıl Global Market Institude study sonucunda Sydney ve Londra’dan sonra üçüncü en çekici şehir seçilmiş. Oysa ziyaretçiler için Paris bir yana (şehrin kendisi turistlerce beğeniliyor, tekrar gelmek isteyenlerin oranı %80’lerde) Parislilerin tavrından çok memnun olmadıkları bilinen bir diğer gerçek… Yapılan bir araştırma misafirperverlik konusunda 60 şehrin içinde Paris’i 52. sıraya oturtmuş! Bir toplantıda bizzat tanıştığım Paris Turism Ofisi Müdürü Paul Roll “Parisliler için söylenegelen-kendini beğenmiş, yardım etmeyen, tersleyen, suratsız- stereo tipini yenmemiz lazım” diyor, “Parislilere turizmin şehirleri ve ülkeleri için önemini anlatmamız lazım. Turistlerin istekleri var, özellikle son yıllarda değişen turist profili ile (örneğin daha çok Çinli ziyaretçi) farklı kültürlerden gelen insanların yeme alışkanlıkları, saat nosyonları, gezme tercihleri farklı… şehir olarak bunlara adapte olmalıyız” diyor. Verdiği istatistiki bilgilerin içinde beni en etkileyenlerden biri Paris’te çalışan nüfüsun %20’sinin turizm endüstrisiyle direct veya dolaylı çalıştığı... yani her beş kişiden biri!

O yüzdendir ki bu yıl 9 Temmuz Turizm Gününde Eyfel Kulesinde Paris Belediye Başkanı Delanoë’nin başlattığı halkı bilinçlendirme kampanyası şehrin beş ana meydanında (Trocadero, Montmartre, Place des Vosges, Saint Germain-des-Pres ve Beaubourg) yapılan aktiviteler, dağıtılan broşürlerle duyuruldu. Amaç Parislileri ve turistleri yakınlaştırmak…

Bu konuyla ilgili Parislilerin katedecekleri mesafe çok ama güzel şeyler de olmuyor değil. Örnek mi? Paris’te gönüllü “karşılayıcı” olmak. Parisien d’un Jour, Parisien Toujours derneği, “Paris Greeter” organizasyonu ile turistlere şehirlerini, semtlerini gezdirmek isteyen Parislilere çağrıda bulunuyor: Gelin şehrinizi ziyaretçilerle paylaşın. (http://www.parisgreeter.org/)

Rugby ile yatıp rugby’yle kalktığımız bu günlerde mağazalar rugbysever ziyaretçileri karşılamak için kolları sıvamışlar. Geçen gün sokak boyunca mağaza vitrinlerinde bayrakları ve gül desenli yazıları görünce düşünmeden edemedim: WELCOME yazmak yeterli mi?

23 Ağustos 2007 Perşembe

Artık Yeter!

























22 Ağustos 2007 Saat 13:15 Paris Sokakları
Araba geçmiyor, bisiklet yok, insan yok, ana caddeler bomboş, park yerleri de, hatta kuşlar bile terk etmiş bu şehri...
Hava kasvetli, kara bulutlar sarmış her yanı, yağmur-fırtına…
Dükkanlar kepenklerini sıkı sıkıya kapatmış, ses yok, yaşam belirtisi yok…
Yerlerde sararmış, kurumuş, hüzünlü sonbahar yaprakları…

Tekrar dikkatinizi çekerim- tarih 22 Ağustos!
Ben daha fazla dayanamayacağım…
Paris’i Parisseverlere bırakıyor ben sıcak diyarlara yelken açıyorum.
YAŞASIN TATIL!

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Chesnay Plage

Paris Plages son günlerini yaşıyor. Bu yıl 21 Temmuz-20 Ağustos tarihleri arasında tonlarca kumun Seine nehri kıyısına döşendiği aktivite tekrar Paris’le buluşuyor. Belediye Başkanı ve ekibinin dahiyane fikri geçen yıllarda çok ilgi çekti, sanırım bu yıl da ilk kez gelen turistler için hoş bir sürpriz olacak. Plages her gün sabah 8’den gece 24’e kadar üç ayrı bölgede : Louvre’den Pont de Sully’ye 3 km, Port de la Gare(François Mitterrand Kütüphanesinin önü) ve Le Bassin de la Villette... Şemsiyeler, şezlonglar, piknik yerleri, kafeler, dondurmacılar, çok çeşitli spor olanakları, akşam konserleri... Güneşlenenler, yürüyenler, koşanlar, bisikletçiler, roller’cılar, pétanque’cılar, tai-chi’ciler.. Özellikle Joséphine Baker yüzen havuzu Seine nehrindeki dalgalardan da etkilendiğinden çok hoşmuş! Paris Plages’ın maliyeti 2 milyon euroyu geçiyor ama çoğu sponsorlarca karşılandığından Parisliler memnun. Ne yazık ki bu yaz güneş dört beş gün hariç Paris’e pek uğramadığından bu yılki ziyaretçi rakamlarının 2006’daki 4 milyon kadar etkileyici olmayacağı görüşündeyim. Biz de yolumuz düşmüşken bir ara uğradık, Fnac’ın düzenlediği bir konsere takıldık. Ilk düzenlendiği yıl konsepti çok yaratıcı bulduysam da bu yıl kullanılan bayraklar bile geçen yılkiyle aynıydı, doğrusu çok etkilenmedim.

Bir de bu yaz benim «plajım» daha güzel! Çalışma masamdan kalkıyorum, on adım attıktan sonar evimin terasına kurduğum şezlonguma kuruluyorum. Sürekli dönen Norah Jones cd’leri, bitirmek üzere olduğum Irène Némirovsky’nin «Suite Française» kitabı… müzik durduğunda bahçedeki o muhteşem sessizliğin sesi… Bu yazın sürprizi repertuarıma Bloody Mary kokteylini eklemek oldu! Bizim evde kokteylerin mimarı eşimdir, süper bir kokteyl kültürü vardır ama geçen hafta benim hazırladığım bloody mary’yi çok beğendi, “boynuz kulağı geçti” dedi. Her zamanki centilmenliği miydi dersiniz yoksa aşçılığımın üstüne «barman»’liği da mi eklesem acaba?? Şaka bir yana ben güneş çıkmışken fırsattan yararlanayım, bu şehirde yarım saat sonra ne olacağı belli olmaz!! Yazıma nokta koyuyor, “Chesnay Plage”daki yerime geri dönüyorum...

7 Ağustos 2007 Salı

E-Konsolosluk

Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları için çok güzel bir yenilik: Hangimizin yolu konsolosluklara düşmemiştir? Doğum, evlilik, nüfus işlemleri, pasaport değişimi/temditi, askerlik, yaşam belgesi, tercüme, vekaletname... Iş yerinizden izin alacaksınız, özellikle Paris dışındaysanız trafikle boğuşacaksınız, sabah erken gidip kuyruğa girecek numara alacaksınız… Her seferinde harcadığımız zamandan, beklediğimiz kuyruktan şikayet eder dururuz. Oysa yasaların el verdiği ölçüde bir çok işlemi artık eviniz/işyerinizden halledebiliyorsunuz. Bir kaç dakikanızı ayırın, http://www.e-konsolosluk.net/ adresine tıklayın, üyelik işlemi için başvurunuzu yapın. Başvurunuz onaylandıktan sonra üyelik şifreniz email adresinize ulaşır. Artık interaktif işlemlerin hepsini ekran başında rahatlıkla yapabilirsiniz. Sitenin ayrıca Türk dernekleri, Türk iş yerleri, Türkiye ile ilgili haber ve yorumlar, duyurular, e-kütüphane gibi konularda bir bilgi/başvuru kaynağı özelliği de mevcut.
Hepimize bir gün lazım olacağından eminim, aklınızda bulunsun.


19 Temmuz 2007 Perşembe

Stadyumda havuz mu? Nasıl yani??

Charles de Gaulle havaalanından Paris’e doğru gelirken Saint-Denis’deki o noktada hep trafik tıkanır, ben de her seferinde Stade de France’a bir göz atarım. Gerçekten de etkileyici yapısıyla dikkat çeken bu stadın FIFA’nın 16. Dünya Futbol Şampiyonasının 1998’de Fransa’da yapılmasına karar vermesinin ardından dört fransız mimarın projesi ile 2 Mayıs 1995’de inşasına başlanmış ve 31 ayda tamamlanmıştır. 17 hektarlık alan, 2 dev ekran, 454 projektör... 9,000 m2’lik çimeni yıl içinde organizasyonlara göre bir kaç kez değiştiriliyor, bu değişimin hazırlık aşaması 3 gün, değişim süreci ise 5 gün sürmekte... 80,000 kişi kapasiteli stadyumun özellikle «tavanı» oldukça etkileyici: 6 hektarlık alan(Place de la Concorde gibi) ve 13,000 tonluk ağırlık(2 kez Eyfel Kulesi)!! 80,000 kişinin tamamen boşaltılması ise 15 dakikadan az sürüyor.

Klasik stadyum fonksiyonuna ek olarak bir çok konsere, festivale, organizasyona ev sahipliği yapan stad özellikle sıradışı şirket toplantıları ile yılda ikiyüzden fazla projeye imza atmakta... Dört yıl önce izlediğim Carmen operasında stadın büyüklüğünden çok etkilenmiştim. Ben Hur müzikali, Rolling Stones, George Michael konserleri hafızalardan kolay kolay silinmeyecektir. Müzikseverler Eylül ayındaki Police konserlerini, sporseverler ise yine eylül-ekim aylarında 2007 Rugby Dünya Kupasını dört gözle beklemekteler.

Şu anda ise stadyum stadyumdan başka her şeye benziyor. 15-24 Temmuz tarihleri arasında bu yıl süper bir organizasyon 5. kez tekrarlanıyor : Coca Cola Sport Session--Stadyum büyük bir plaj ve su sporları merkezine dönüşüyor: 3,000 ton kum, 500 ve 230 m2’lik iki dev havuz, 400 şemsiye, 600 şezlong ile otuzun üzerinde sportif aktivite ve animasyona ev sahipliği yapıyor: atletizm, eskrim, karate, judo, plaj voleybolu, plaj basketbolu, dalış, yelken, badminton…hepsi diplomalı eğitmenler gözetiminde…Stad her gün 11:00-19:00 arası açık, giriş 10 euro, 4-12 yaş çocuklar 9 euro, 4 yaş altı ücretsiz..

Yaz döneminde çoğunluğun tatil ve izinden başka bir şey konuşmadığı, uzun zaman öncesinden yaz aylarının planını yapmamış kimsenin kalmadığı(hatta bir çok fransız 2008 yazı için planlarını hatta rezervasyonlarını ballandıra ballandıra anlatabilir!!), 2003 yazında çoğu yaşlı 15,000 insan aşırı sıcaklardan can verirken bir çoğunun aile ve akrabasının tatilini bile kesme ihtiyacı duymadığı(!), tatile gitmedim demenin neredeyse ayıp olduğu bu toplumda, Ile-de-France bölgesinin tatile çıkma imkanı olmayan 20,000 çocuğu ve ailelerini burada misafir edecek olmasını, genellemeleri hiç sevmiyorum ama gelişmiş ülkelerde epeyce norm olan benmerkezciliğe rağmen, Fransa’da halen sosyal adaletin varlığını ispat eden bir girişim olarak değerlendirmek gerekir sanırım…

Saint-Denis uzak geliyor, ben zaten sportif bir tip de değilim diyor ama Paris’te ille de plaj istiyorsanız azıcık daha sabır: «Paris Plages» yarın açılıyor!

12 Temmuz 2007 Perşembe

14 Juillet

“14 Juillet-La Fête Nationale-Le Jour de la Bastille” Fransızlar için monarşinin sona erip demokrasinin başlangıcını temsil etmekte ve her yıl ulusal gün ve resmi bayram olarak kutlanmakta. Fransız devriminin başlangıcı sayılan 14 Temmuz 1789, halkın Bastille’de bulunan hapishaneyi ele geçirmesi ile egemenliğin o güne kadar tanrı’nın temsilcisi kabul edilen krala ait değil 18. yüzyıl filozoflarının geliştirdikleri teoriler çerçevesinde artık halka ait olmasının sembolik tarihidir. “Özgürlük, demokrasi, cumhuriyet ve her tür baskıya hayır” bayramı her yıl ülkede özel aktiviteler, balolar ve havai fişek gösterileri ile kutlanır.

14 temmuz bu yıl maalesef cumartesi gününe düsüyor, iş gününe denk gelmediği için tatil ya da meşhur köprülerden birini yapmak söz konusu değil (ben de fransızlaşıyor muyum ne??) Sabah 9:30’da başlayan ve L’Avenue des Champs-Elysées üzerinde Etoile’den Concorde meydanına kadar inen resmi geçit töreni (défilé militaire) Cumhurbaşkanını, hükümet üyelerini, büyükelçileri ve seçkin davetlileri selamlar. Bu yıl diğer yıllardan farklı olarak tema Avrupa Birliği üzerine kurulduğundan Avrupa ülkelerinden de katılım olacak. Arzu edenler töreni cadde üstünde ya da televizyon ekranlarından naklen izleyebilecekler. Resmi geçidin ardından Valéry Giscard d’Estaing zamanında başlayan ve Fransız politik hayatının vazgeçilmezi haline gelen Cumhurbaşkanıyla yapılan özel röportaj televizyon kanallarında yayınlanır. Yine bu dönem Cumhurbaşkanının geleneksel af hakkını(grâce) kullanma tarihidir ki bu yıl Nicholas Sarkozy'nin toplu affa karşı olduğu beyanının ardından Fransa'daki hapishaneler sorunu gündeme taşınmıştır. Öğleden sonra ise Palais de L’Elysée’de dillere destan 14 Temmuz Garden Party’si gerçekleşir.

Akşamki kutlama ise Tour Eiffel’den Champ de Mars’a, Seine kıyılarından Trocadéro bahçelerine dek izlenebilen havai fişek gösterileri... bu yılki showda sinema şeref locasında... Bu show’u izlemek için en stratejik yerlerden biri Champ de Mars… biraz erken gidip özellikle L’Ecole Militaire’e doğru kendinize güzel bir yer ayarlarsanız önce pikniğinizi yapıp gün batımının ardından gösteriyi izleyebilirsiniz. Saat 19:00’da Michel Polnareff’in konseri de var.

14 temmuz kutlamaları kapsamında geçen yıl ilki gerçekleştirilen Cumhuriyet Pikniği organizasyonu 70 departmanda 300.000 kişilik katılımla epey ilgi toplamışti. “Blue, blanc, rouge” örtüler ve La Marseillaise tınıları ile renklendirilen bu girişimde amaç geniş kitleleri cumhuriyetin üç ideali olan «liberté, egalité, fraternité» teması çevresinde toplamak... Bu yıl Paris’teki piknik 13 Temmuz saat 18:30’da Parc de Bercy’de yapılacak. Programda samba gösterisi ve Rock konseri de var : http://www.lepiqueniquedelarepublique.fr/

Beylerin(!) pek de hoşuna gitmeyen bir diğer aktivite 14 Temmuz kutlamaları çerçevesinde gerçekleştirilen geleneksel «Bal des Pompiers» Itfaiyecilerin kışlalarında 13-14 temmuz akşamı saat 21 :00’den sabah 04 :00’e kadar düzenledikleri halka açık geceye katılım her yıl yoğun olmakta. Yıllardır Paris’te yaşayan bir Amerikalı arkadaşım bir çok değişik kışla denediğini ama en güzelinin 4. arrondissement’da Rue de Sévigné’deki parti olduğunu iddia ediyor. Bu kutlamayı dört gözle bekleyen hanımlara karşı yakışıklı itfaiyeciler fotograf çektirmek, dansa davet etmek, öpücük kondurmak konusunda meşhur oldukları «geleneksel fransız centilmenliği»ni ispat ediyorlar! Ilgilenen hanımlar, kaçırmayın derim! Balo yapılacak 40 merkezin listesi için: http://www.pompiersparis.fr/accueil.htm
Yok, itfaiyeciler bana göre değil diyorsanız 13 temmuz akşamı alternatif kutlama Place de la Bastille’deki «Grand Bal Populaire»...Saat 20 :00’den itibaren «Soiree de Musique Africaine»

13-14 Temmuz : Paris’te iki capcanlı gün daha-keyfinize ve zevkinize göre seçin : C’est la Fête!

10 Temmuz 2007 Salı

Vélib’


15 temmuz tarihinde Paris’te bisikletli yaşam hızlanacak. Vélib'ler(vélo artı liberté kelimelerinin birleşimi, yani özgürlük bisikletleri! ne sempatik, değil mi?) kullanıma girecek. Mayıs 2005’de Lyon’da başlayan ilk uygulama 60.000 abone ile (şehrin nüfusunun %10’u) büyük bir başarı sağlamış, Lyon’da bulunduğum zaman sevimli istasyonlar dikkatimi çekmişti. Artık sıra Paris’de…Lyon bisikletleri kırmızı ise bizimkiler metalik gri! 7 jours sur 7, 24 heures sur 24 libre-service(tek şart 14 yaş üstü ve 150 cm boyunda olmak), 10.000 bisiklet, 750 istasyon … 2008 yılı başına kadar her 300 metrede bir istasyon olmak üzere toplam 1.451 istasyon, 20.600 bisiklet ve 371 km bisiklet yolu hedefleniyor. Paris’te 297 metro istasyonu olduğunu düşünürsek muhteşem bir ulaşım ağı olacağı kesin.. Ekolojik, sağlığa yararlı, sempatik bir araç olmasının yanında belediye seçimlerine sekiz ay kala Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoë’nin ulaşım politikası açısından da önemli bir sınav… Bisiklet, Paris’in kaotik trafiğinde kısa mesafelerde arabaya park yeri arama ve park ücretlerinin yüksekliği de düşünülürse kullanışlı bir alternatif olacağa benzer. Zaten amaç bir bisikleti bütün gün bloke etmek değil… bir istasyondan alıp başka bir istasyona bırakabilmek; işe gitmek, iş çıkışında alışveriş yapmak, bara uğramak, okuldan dönmek...tabii ki turistlere de gün doğdu! Bir günlük(1 euro), 7 günlük(5 euro) veya 1 yıllık abonman(29 euro) çok avantajlı. Abonman, seçtiğiniz süre içinde size limitsiz kullanım hakkı tanıyor, ama her kullanış yarım saati geçmemeli (geçerse ilk yarım saat 1 euro, ikinci yarım saat 2 euro, üçüncüden itibaren her yarım saat 4 euro ek ücrete tabi) Navigo kartı da Vélib’ abonmanına açılabiliyor. Projenin finansmanı belediyeye değil reklam karşılığında tamamen JCDecaux firmasına ait, Paris’i vitrin olarak kullanıp hem Fransa’nın diğer şehirlerinde hem de başka ülkelerde pazarlamayı hedefliyorlar.

Bilgisayar sitemi ile tüm istasyonlar sürekli kontrol edilecekse de istediğiniz istasyonda bisiklet bulamazsanız veya bırakmak istediğiniz istasyonda boş yer olmazsa? Ya vandalism, trafik kazalarında artış? Paris gibi yağmuru bol bir şehirde yağmur altında ne kadar talep olur acaba? Ya bisikletle giderken soluyacağınız egzoz kokuları? Paris’in bir anda Amsterdam olmasını bekleyemeyiz ama iyi niyetli tüm girişimlere pozitif bakmak gerek. Bekleyelim ve görelim!

Ek bilgi için: http://www.velib.paris.fr/

5 Temmuz 2007 Perşembe

Paris sans les Parisiens


Parisliler şehri bırakıp tatile çıkadursun terk ettikleri şehirlerinin keyfini turistler ve tatile çıkamayanlar sürmekte... Trafik problemi olmaksızın şehrin sokaklarında araba kullanmak, park aramak zorunda kalmamak(hatta tüm ağustos ayı boyunca sokaklarda ücretsiz park), gece 23’lere kadar uzayan günler, kalabalıktan uzak resturanların, café’lerın teraslarında istediğiniz masaya kurulabilmek, her zevke, her keseye uygun şehirdeki aktiviteler Paris’i kalanlar için güzel bir seçenek haline sokmakta...Şehrin keyfini çıkartmak için seçtiklerimden bazılarını paylaşmak isterim :

Cinema au Clair de Lune(Ay Işığında Sinema)_1-19 Ağustos
Başkentin 13 ayrı semtınde 13 bedava film gösterisi, filmlerde mekan çoğunlukla Paris... Ister sandviçlerinizi alıp sinema düzeninde hazırlanan iskemlelere oturun, ister piknik sepetinizle çevredeki yeşilliklere yayılın. Geçen yıllarda Trocadero, Notre Dame, Sacre-Coeur, Parc Montsouris hepsi çok keyifliydi. Promosyon kapsamında dağıtılan ertesi günün gazeteleri, taptaze sıcacık baguette’ler, içecekler... keyfinize diyecek yok.
http://www.forumdesimages.fr/
*
Paris Sinema Festivali_3-14/7
Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen festival 14 temmuz akşamı Champs de Mars’daki geleneksel havai fişek gösterileri ile son bulacak. Bu yılki tema : Sinema!
http://www.pariscinema.org/
*
Festival du Theatre de Verdure_ 1/5-30/9
Bahçede Shakespeare
Pre-Catelan, Bois de Boulogne
*
Paris Plage_20/7-20/8
http://www.paris.fr/
*
Solidays_6-8/7
http://www.solidays.com/
*
Quartier D’Ete_14/7-5/8
http://www.quartierdete.com/
*
Cinema en Plein Air A La Villette_17/7-26/8
Giriş ücretsiz, isteyenler için şezlong ve ortü kirası 6,5 euro
Jazz A La Villette_29/8-9/9
http://www.villette.com/
*
Paris Jazz Festival, ardından Festival Classique
Parc Floral, Esplanade du Chateau-de-Vincennes
http://www.parisjazzfestival2007.com/
*
English National Ballet_ 26-28/7

Chateau de Versailles, Bassin de Neptune
http://www.chateauversailles-spectacles.fr/
*
Les Terrasses du Forum ve dans kursları için : http://www.forum-des-halles.com/
*
Hotel de Ville’de « Dalida Une Vie » Sergisi---8/9’a kadar
Iolanda Gigliotti’nin 1933’de Kahire’de doğumundan 3 Mayıs 1987’de Montmartre’daki evinde intihar edişine dek(Nisan 1987’de son konserlerini Türkiye’de verir) süren popüler müzik içindeki yolculuğunda tüm «paillettes, strass, lumiere, glamour», şöhret ve para arasında geçirdiği müthiş mutsuz yaşam öyküsü...Kim unutur Salma ya Salama’yı, Ciao Amore Ciao’yu, Je suis malade ya da Alain Delon’la düet yaptığı Paroles Paroles’yi ?
*
Yaz sıcağında serinlemek için Paris’deki Havuzlar:
http://www.paris.fr/portail/Sport/Portal.lut?page_id=5058

Şu satırları yazarken dışarıdaki fırtına nedeni ile penceremin önüne özenle diktiğim ortancalarımın bulunduğu saksım düşüp kırıldı; terastaki şezlonglar ıslanmasın diye içeri almak isterken yine iki aydır süs gibi duran ve bir kez bile kullanmadığım güneş şemsiyesi rüzgardan fırlayıp kafama çarptı; dün sabah temizlenen pencere camları yağmur damlalarından görülmez oldu, açık kalan pencereden içeriye giren yağmur yatak odasının parkesini mahvetti. Ben «Yazın Paris’te neler yapılır» gibi absurd bir yazıyı niye yazıyorum ki???

18 Haziran 2007 Pazartesi

La Fête de la Musique

Işte bir 21 Hazirana daha yaklaşıyoruz. 21 Haziran en uzun gün olması nedeni ile hep sevdiğim bir tarih olmuştur. Uzun yıllar üniversitemizin sosyal tesisinin bahçesinde bir kadeh beyaz şarap eşliğinde güneşin batışını izlemişizdir. Ama o günler epey uzakta kalmaya başladı. Onun yerine son beş yıldır Paris’te müzik bayramını kutluyoruz. 21 Haziran 1982 tarihinde dönemin Kültür Bakanı Jack Lang tarafından başlatılan bu güzel şenlik son yıllarda uluslararası şekle dönüşüp 110 ülke ve 340 şehir tarafından da benimsenerek uygulanmakta.. Umudumuz bu günlerde Paris’te hüküm süren sonbahar havasının o gün yerini biraz da olsa bildik, tanıdık sıcak, güneşli bir yaz havasına bırakması ki o günün/akşamın keyfini çıkartabilelim.
Ne mi yapacağız? Şehrin her bir köşesinde müzik dinleyeceğiz, şarkı söyleyeceğiz, dans edeceğiz. Şenliğin sloganı « 21 Juin: Faites de la Musique » Tabii ki müzik yapanlar « faites » ve de müzik dinleyip eğlenenler «fêtes » olacak. Hoş bir kelime oyunu... Detaylı bilgi ve bölgenizdeki programa bir çok gazete ve dergi eklerinden olduğu gibi Paris’te her pazartesi bedava dağıtılan « A Nous Paris » dergisinden veya http://www.fetedelamusique.culture.fr/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Ben Paris'in Marais bölgesine çok düşkünüm, belki de ilk Paris günlerim oradaki bir residence’da geçtiği için, ya da mülti-etnik yapısı, çok renkliliği, özgürlüğü hoşuma gittiği için, pazar ve bayram günlerinde şehrin bazı bölgeleri tamamen terk edilmiş olurken o bölge her zaman süper canlı, sürekli “yaşayan bir quartier” olduğu için, bir çok arkadaşım o çevrede yaşadığı için…liste uzayabilir ama ilk olarak Marais’deki müzikten başlıklar, sonra da diğer gözüme takılanlar:
Musée d’Art et d’Histoire du Judaisme’de Klezmer Nova, 3.bölge belediyesinin karşısında New Orleans’dan Caz, Place de Vosges’da her telden, Place du Marché St Catherine’de Yahudi Kültür Festivali, Quai du Bourbon’da Blues Rock, Notre Dame Katedralinde Klasik Müzik, Village St Paul’de Funk, Groove, RnB ve Soul, Louvre Piramidinin altında yıldızları seyrederken L’Orchestre de Paris’den Çaykovski’nin 5 no.lu senfonisi, Place du Palais-Royal’de Bolivya ezgileri, Senato’da Les Orchestres de Radio France, Trocadero’da 100% Genç Yetenekler… …
Sadece bir kaç başlık... Her zevke, her tür müziğe yer var 21 Haziran’da.. Kapalı mekanlarda, sokak aralarında, köşe başlarında, bahçelerde, parklarda, barlarda…hepsi de bedava! Rahat ayakkabılarınızı giyin, elinizde programınız başlayın dolaşmaya.. enerji düzeyinize göre sabahın ilk ışıklarına kadar günün ve gecenin keyfini çıkartın. Müzikler arasında yolculuğunuzda merguez’li sandviçlerden tatmayı da unutmayın. Ertesi gün iş günüymüş, ne gam...yaşasın müzik!!

18 Mayıs 2007 Cuma

Bu cumartesi gecesi uyku yok!


Neden mi? Çünkü bu yıl üçüncüsü kutlanacak olan «La Nuit des Musées»yi dört gözle bekliyorum. Müzeler, gece, sürprizler ve büyülü bir ortam.... Avrupa Konseyinin girişimiyle 41 ülkede bu yıl 19 Mayıs gecesi tüm müzeler açık ve bedava! Bakü, Barselona, Brüksel, Budapeste, Bükreş, Lizbon, Londra, Madrid, Palermo, Riga, Varşova, Venedik, Zagrep geceye katılan şehirlerden bazıları... 2006 yılının bilançosu Fransa genelinde açılan 934 müzeyi 1,200,000 ziyaretçi gezmiş. Bu yılki Müze Gece’sinde farklı olan yaratıcılık temasının seçilmesi ve salt müze gezmenin ötesinde eğlence ile sıradışılığın harmanlanarak müzelere tiyatro, şarkı, dans, şiir, tadım tarzı aktiviteler çevresinde farklı açılardan bakabilme konseptinin uygulanacağı...

Bu yılki organizasyonun afişi Cannes doğumlu artist Hugues Reip ‘e ait. Reip afişi Louvre, Orsay, Quai Branly ve National de L’Art Moderne Müzelerinin koleksiyonlarından beş eserin fotokolajından oluşturmuş, benim çok hoşuma gitti.

Programdaki beğendiğim bir kaç parkurdan bahsetmek istiyorum: Centre Georges Pompidou’da tüm gece boyunca rehberler eşliğinde farklı eserler önünde 15 dakikalık kısa randevular var. Musée des Arts et des Métiers de koleksiyonundaki objelere aynı prensibi uygulayacak. Musée de L’Armée ve Musée du Moyen-Age’da konserler var. La Cité des Sciences çocuklara da yönelik atölye ve demolar sunacak. Le Petit Palais’de şezlonglara uzanıp binanın tavanlarına hayran olabilirsiniz. Musée Rodin’in bahçesindeki projeksiyon görülmeye değer... Musée de Quai-Branly’de akrobat ve trapezcilerle sirk atmosferi, Musée d’Orsay’de ise Baudelaire’in «Les Fleur du Mal»’ının yayınının 150.yılı nedeni ile okuma saati ziyaretçileri bekliyor olacak. Pek tabii ki Paris dışında Sèvres, Saint-Denis, Neuilly-sur-Seine, Fontainebleau, Versailles’da da hoş etkinlikler var.

Programı incelediğimde yine çok kararsız kaldım, 4-5 saat içinde hangi birini gezebileceğimi bilemiyorum artı inanılmaz kuyrukları da şimdiden hayal edebiliyorum, ama “vous savez, en France il faut patienter“!!! En iyisi onlarcasını yapabileceğim yanılgısına düşmeden bir veya iki adres belirleyip gecenin keyfini çıkartmak!

Detaylı program için : http://www.nuitdesmusees.culture.fr/

Festival de Cannes


Yedinci sanatın her yılki geleneksel buluşması bu yıl 16-26 mayıs tarihleri arasında gerçekleşiyor, üstelik 60. yılını kutluyor. Fransa’nın uluslararası film festivali dünya sinemasının « crème de la crème »’ini her yıl Cannes’da buluşturuyor. Les Marches Rouges (kırmızı halılarla süslenmiş Palais des Festivals’in merdivenleri)’dan çıkan sinemanın önemli isimleri pek tabii ki ünlü starlar, fotograflar, flaşlar ve şık kıyafetlerle birleşince iki hafta boyunca sinema, muhabbetlerin ana konusu oluyor. Cannes’da turizm patlıyor, otel fiatları fırlıyor, kiralık daireler bile o dönem fiatlarını üçe, dörde katlıyor. Grand Théâtre Lumière’de her gece saat 19:00 ve 22:00’de gerçekleştirilen iki gösterime smokin ve gece elbisesiyle katılma şartı modacıları sevindirirken elbise kiralayan şirketeri de ihya ediyor.

1939’da Fransız Bakan Jan Zay’in önerisiyle uluslararası bir sinema organizasyonu fikri ortaya atılır ve konumu, güneşli ılıman havası nedeni ile Cannes şehri evsahibi seçilir. Aslında amaç Venedik Film Festivali’nde yükselen faşizme(1938’de festival ödülü Nazi propagandası ürünü Leni Riefenstahl’ın Olympia filmine verilmiş, festivale Jean Renoir’ın savaş karşıtı La Grande Illusion filmiyle katılan Fransızlar yarışmadan çekilmiş, Ingiliz ve Amerikalı jüri üyeleri de sanat yerine ideoloji ve politikanın ağır basmasını protesto etmek amacıyla üyelikten istifa etmişlerdi) ideolojik tepki olarak alternatif oluşturmaktır. Louis Lumière’in başkanlığını yapacağı organizasyon savaş nedeni ile gerçekleştirilemez ancak 1945’da tekrar gündeme gelir ve 20 Eylül 1946’da savaş sonrası uluslararası nitelikte ilk kültürel organizasyon olarak açılışı yapılır. O günden bu yana 1948 ve 1950 yılları hariç (bütçe yetersizliği nedeniyle) her yıl gerçekleştirilen festival 1951 yılından bu yana Mayıs ayında iki hafta süre ile gelenekselleşir.

Cannes Film Festivali her yıl 30,000 sinema profesyonelini ve 4,000 gazeteciyi biraraya getiriyor. Festivalin bütçesi 20 milyon euro, yarısı Kültür Bakanlığı, Cannes şehri ve bölgesel fonlarla karşılanıyor. En çok medyatize edilen, 20 civarında filmin ödül için yarışması olsa da gerisinde bir çok aktiviteyi biraraya getiriyor. 1959’da Le Marche du Film’in oluşmasıyla sinema endüstrisinin satıcı ve alıcıları arasında buluşma ve alışveriş, 2000 yılında açılan Le Village International ile de ülkelerin sinema kültürlerini ve endüstrilerini temsil etmeleri sağlanıyor.

Bu yılki ağır toplar Coen Kardeşler’in “No Country for Old Men”, James Gray’in “La Nuit Nous Appartient”, Quentin Tarantino’nun “Boulevard de la Mort”, Julian Schnabel’in “Le Schaphandre et Le Papillon”, Fatih Akın’ın “De L’Autre Cote”, David Fincher’ın “Zodiac”, Emir Kusturica’nın “Promets-Moi”, Alexander Sokurov’un “Alexandra”, Wong Kar Wai’nin “My Blueberry Nights” ile uzun metrajda büyük yarışa hazırlanıyorlar. Bakalım 2007’nin “La Palme d’Or”u hangi filme nasip olacak?

11 Mayıs 2007 Cuma

Yararlandığım Kitaplar


Dedim ya Amerikalılar Fransızlara çok kafa yormuşlar… bunda kimi Amerikalıların Paris ve Fransız kültürü hayranlığı, özellikle emekli olduktan sonra Paris’te veya Provence’de bir “pied-a-terre” sahibi olma isteği de epey etkili olmuştur diye düşünüyorum. Fransa’da okumaya, çalışmaya, yaşamaya, yatırım yapıp ek gelir elde etmeye veya emekli olmaya gelen Amerikalılara yol göstermek amaçlı bir çok danışmanlık şirketi, gayrımenkul alımlarında aracı şirketler mevcut. Sürekli yapılan konferanslar, yayınlanan kitaplarla Fransa’da yaşamış Amerikalılar kendi deneyimlerinden yola çıkarak vatandaşlarına yol gösteriyorlar. Eğer varsa beni bağışlasınlar ama bu alanda yani Türklerle Fransızları konu alan, Fransa’ya yerleşen Türklere yol gösteren kitap/yayından ben maalesef haberdar değilim, bilen varsa lütfen paylaşsın.

Benim zaman içinde okuyup yararlandığım kitap listesi ise aşağıda:

-French or Foe- Polly Plott
30 yıldan beri Fransa’da yaşayan gazeteci ve expatlara danışmanlık ve eğitim veren bir şirketin sahibi olan Polly Plott gerçek kişi ve olaylarla Fransız olmayı anlamanın önemli noktalarını okuyucuyla paylaşıyor.

-Savoir Flair- Polly Platt
Fransa’dan ve Fransızlardan zevk almak için 211 öneri...
Fransa’yı gerçekten hiç bilmeyenler için yol gösterici nitelikte, esprili bir dille yazılmış bir kitap… Hala Fransız Frankından bahsediliyor ama sorun değil!

-Sixty Million Frenchmen Can’t Be Wrong- Jean Benoit Nadeau& Julie Barlow
Niye Fransa’yı seviyoruz de Fransızları değil ?
Iki Kanadalı gazetecinin kitabı yazmak amacıyla iki yıl boyunca yaşadıkları Fransa’da Fransızların davranışlarının altında yatan nedenleri Fransız tarihi ile ilişkilendirerek anlatmaları benim çok hoşuma gitti.

-A Year in the Merde- Stephen Clarke (Kitabın fransizcası God Save La France adıyla yayımlandı)
10 yıldan uzun bir süre Paris’da yaşayan ve çalışan bir Ingiliz gazetecinin traji komik anıları
Daha çok erkeklere, hatta Ingiliz erkeklerine hitap edeceğini düşünüyorsam da AngloSaxon-Fransız farkını hicveden kitap zevkli bir okuma için tavsiye edilir.


-Talk to the Snail; 10 Commandments for Understanding the French- Stephen Clarke
Bu kitapta Clarke daha başarılı, Fransızları anlamak istiyorsanız, allez-y!

-Au Contraire! Figuring Out the French- Gilles Asselin& Ruth Mastron
Fransız ve Amerikan kültürlerinin dinamiğini anlayarak her iki ülkede iş, özel yaşam, okul ortamlarında doğru yöntemi bulabilme rehberi

-French Toast- Harriet Welty Rochefort
20 yıl Paris’te yaşamayı beceren yazarın para, yemek, aşk, seks, evlilik, okul, stil konularında yorum ve deneyimleri…

-Almost French: A New Life in Paris- Sarah Turnbull
Bir Fransiz erkeğine aşık olup Fransa’ya gelen Avustralyalı yazarın anıları, Fransa’da kadına bakış açısı açısından ilginç saptamalarla dolu.

-L'Histoire de France Pour Les Nuls -Jean-Joseph Julaud (fransızca)
Fransızlar tarihlerinden çok gurur duyduklarından ve onlarla biraraya geldiğinizde konu olacağından eğer bilmiyorsanız önemli şahsiyet, olay ve tarihleri öğrenmek şart.

-On est heureux comme ça! Ces idées reçues qui plombent la France- Kareen Perrin Debock (fransızca)
Olaya diğer yönden bakmak isteyenler için, yine bir gazetecinin gözünden Fransa’da son yıllarda yapılan araştırma ve istatistik sonuçlarına dayandırılarak yazılmış bir kitap.

-Cultural Misunderstandings; The French-American Experience- Raymonde Carroll
(fransızcası da var: Evidences Invisibles: Américains et Français au quotidian)
Antropolojist bakış açısıyla Fransızlara Amerikan kültürel farkını anlatmaya yönelik, ilginç bir kitap.

-Around and About Paris I, II, III, Romantic Paris- Thirza Vallois
3 kitapta arrondissement bazında Paris’i yürüyerek ve şehrin romantik adreslerini keşfetmek isteyenler için sıradan rehber kitapların çok ötesinde tarihçi bakış açısı nedeni ile tavsiye edilir.

-Stuffs Parisians Like- Olivier Magny
Parisliler kimdir, nasıl yaşarlar, ne yapmayı severler? Hem eleştirisel hem çok komik!

Bir çoğumuz Amazon’dan vazgeçemiyoruz ama ilgilenenler için Paris’teki Ingilizce kitap satan en önemli adresler aşağıda:


WH Smith: http://www.whsmith.fr/indexE.htm
Brentano’s: http://www.brentanos.fr/
Shakespeare& Company : http://shakespeareco.org/
The Red Wheelbarrow: http://www.theredwheelbarrow.com/
San Francisco Book Co: http://www.sanfranciscobooksparis.com/
Village Voice Bookshop: http://www.villagevoicebookshop.com/
Berkeley Books of Paris: http://www.berkeleybooksofparis.com/

Yararlandığınız ve paylaşmak istediğiniz kitaplar varsa bana yazın, listemizi zenginleştirelim.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

Disneyland Paris


2006 yılında 13 milyon ziyaretçi hedefini geçen, açılış tarihi olan 1992’den günümüze 170 milyon kişi tarafından ziyaret edilen, 1994 yılına kadar adı Eurodisney olan eğlence parkı Disneyland Paris bu yıl 15. yılını coşkulu organizasyonlarla kutluyor. Paris’i ziyarete gelen arkadaşlarımızdan birisi “Paris’te en çok neyi beğendin?” sorusuna Disneyland dediğinde kulaklarıma inanamamıştım! Paris’e Disneyland’i görme amacıyla çok ziyaretçi geldiğini biliyorum ama her yıl Fransa’ya gelen turistlerin sadece %4’ünün Disneyland’e uğradığını okuduğumda için için sevindim, demek ki Fransa’da görülecek çok daha fazlası var! Biz de bebeği olan arkadaşlarımıza mutlaka bir kaç yıl içinde bizi nasılsa ziyarete geleceksiniz diyoruz çünkü biliyoruz ki çocuklar için mutlak bir Disneyland ziyareti olmazsa olmazlardan… Diğer yanda Disneyland’in Paris’in turistik promosyonunda, Paris’in doğu banliyösünün gelişiminde ve istihdam yaratmada önemli bir yeri olduğu da kesin.

Disneyland dediğimizde tematik parkların kurucusu Amerikan rüyasının en önemli isimlerinden başarılı işadamı Walt Disney’den bahsetmemek mümkün değil tabii ki. Walt Disney 1834 yılında Irlanda’dan Amerika’ya göçetmiş orta halli bir ailenin çocuğu olarak 1901 yılında Chicago’da doğar. Girişimci ruhu olan Walt 1926 yılında Hollywood’da Walt Disney Company’yi kurar ve 1928’de Mickey Mouse karakterini yaratır. Kısa zamanda tüm dünyaya yayılan Disney karakterleri, dergiler, 1938’de başlayan Pinokyo, Fantasia, Bambi gibi uzun metraj filmler 1950’lerde televizyon kanalıyla daha geniş kitlelere ulaşır. Ilk Disneyland 1955 yılında California’da halka kapılarını açar, onu 1971'de Florida, 1983'de Tokyo, 1992'de Fransa, 2005'de Hong Kong takip eder(2010'da Sangay hedefleniyor). Walt Disney çizgi film krallığı yerini eğlence endüstrisinin ekonomi ve tüketim boyutuyla birleştirir. Ilk etapta Disney stüdyoları çevrede çalışanlar ve ailelerine yeşil alan ve eğlence alanı kurma fikrinden başladıysa da konseptin potensiyelini hisseden Walt Disney projesini büyüterek “Disneyland çocukların ve büyüklerin birlikte eğlenecekleri dünya üstündeki en güzel yer olmalı” der. Ilk parkın açılışından 50 yıl geçtiği halde Disneyland’in diğer parklardan farkı ana temanin “adrenalin” den çok rüya ve büyü üzerine kurulu olması ve insanların çizgi fimlerde gördükleri karakterlerin canlılarıyla karşılaşmasının sağlanmasıdır.

Disneyland’in Fransa macerası da kolay olmamıştır. Özellikle Fransızların Amerikan kültür emperyalizmini eleştirmeleri kaçınılmazdır. 1987 yılında Fransız devleti ile Walt Disney Company arasında imzalanan proje 20. yüzyıl sonunda La Defense’dan sonraki en büyük Fransız gayrımenkul projesidir. Calışmalar 1988'de baslar, 1943 hektarlık bir alana kurulan Disneyland'e (Paris'in 1/5'i kadar) 120 milyon m3 toprak taşınır, 51 km yol yapılır. Bugün Disneyland, Studio ile birlikte 5 tematik bölüm, 52 değişik atraksiyon, 7 tematik otel, 27 delikli golf sahası, Val d’Europe Alışveriş Merkezi ile ziyaretçilerin tüm ihtiyaçlarına cevap vermekte. 70 bahçıvanın her gün bakım yaptığı parkta 12,000 çeşit ağaç, 20,000 m2 çim yer alır. 12,200 kişinin çalıştığı, 19 lisanın konuşulduğu park aynı zamanda yılda 11,000 profesyonel organizasyon ile Fransa'nin 5. kongre ve seminer merkezi olarak hizmet vermektedir. Özellikle uluslararası ünü nedeni ile de Fransa’daki rakipleri Parc Asterix(2006’da 1,8 milyon ziyaretçi) ve Futuroscope (1,45 milyon ziyaretçi) ’un epey önünde yer almaktadır.

Küçükler ve içinde her daim çocuk barındıran tüm büyükler: Main Street USA, Fantasy, Adventure, Frontier ya da Discoveryland? Sizin tercihiniz hangisi?

7 Mayıs 2007 Pazartesi

Le Nouveau President

Ne olacak, kim seçilecek diye merak ederken, en son sondajlar, yorumlar, yüzdeler derken Fransa’nın önümüzdeki 5 yılına yön verecek yeni cumhurbaşkanı seçildi. Katılımın %84 ile rekor düzeyde gerçekleştiği seçimlerde yaklaşık 19 milyon Fransız seçmenin oyunu alarak %53,06 oy oranıyla 5.Cumhuriyetin 6. Cumhurbaşkanı seçilen 52 yaşındaki Nicolas Sarkozy 16 Mayıs öğleden sonra görevi Jacques Chirac’dan devralacak. Sarkozy 6 aya yaklaşan yoğun seçim maratonunun ardından bir kaç gün «biraz kafa dinlemek» için Malta adası açıklarında bir yatta tatil yapıyor. Seçim sonuçlarının Pazar akşamı saat 20:00’de resmen açıklanmasının ardından Salle Gaveau’da « tüm Fransız halkının cumhurbaşkanı » olacağını teyit ettiği konuşmasının ardından Champs Elysees’deki ünlü Fouquet Restaurant’ında dostları ile buluşan ve gecenin ilerleyen saatlerinde 30,000 kişinin toplanıp büyük bir coşkuyla kutlama yaptığı Place de la Concorde’da eşiyle halkı selamlayan Nicolas Sarkozy’ye aynı saatlerde Bastille meydanında ve Fransa'nın bir çok şehrinde ateş ve arabalar yakarak polisle çatışmaya giren bir kesim genç tepkilerini gösterdiler. 2005 kasımında yaşanan banliyö krizi sırasındakı sözleri ve tavırlarıyla bu kesimin büyük tepkisini alan Sarkozy başka bir kesim için de Fransa’nın içinde bulunduğu hantal yapıyı modernleştirecek, özellikle gençler arasındaki yüksek işsizlik oranı, halkın azalan satın alma gücü sorunlarını çözüme kavuşturacak, Fransa’ya politik, sosyal ve ekonomik alanlarda taahhüt ettiği yenilikçi reformları ile yeni bir dinamizm ve motivasyon verecek yeni nesil politikacı olarak büyük umut bağlanan bir politikacı... Ségolène Royal ile sosyal demokratların son dönemdeki ardarda gelen üçüncü yenilgilerinden sonra halkı yeterince ikna edemediklerini anlamaları, kendilerini toparlayıp günümüz normlarına daha uygun modern sosyalizm konusunda kafa yormaları gerekecek. Sarkozy’nin Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişi konusunda büyük bir set çekeceği beklentiler arasında olmakla birlikte politikada söylenenlerle uygulamaların her zaman örtüşmediği, zamanın nelere gebe olduğunu hep birlikte izleyeceğiz. Şimdi ki Fransa’daki yorucu maraton sonuçlandı dikkatle takip ettiğimiz Türkiye’nin politik arenasında bakalım önümüzdeki aylarda neler göreceğiz?

30 Nisan 2007 Pazartesi

En Avril

“En Avril ne te découvre pas d’un fil” derdi anneanneciğim gerçekten de doğru bir saptama, nisan ayında üstünüzden hiç bir şey çıkarmamak, birazcık sıcak ve güneş görüldüğünde hemen soyunup dökünmemek gerekir derdi büyüklerimiz ama Paris’te 2007 Nisan ayı tüm rekorları geride bırakarak gerçek bir yaz şöleni sundu Parislilere.. Meteo France’ın açıklamlarına göre genel normun Fransa’nın kuzayinde 16, güneyinde ise 19°C derecelerde olduğu Nisan ayında bu yıl ısı mevsim normallerinin 8 ile 12 derece üstüne çıkarak tüm Fransa genelinde 25-28 dereceye ulaştı. Öğle saatlerinde neredeyse 28-29 dereceleri gördük. Önünde küçük/büyük terası olan tüm bistrotlar, brasserie’ler, café’ler hemencecik bir kaç masa attılar kaldırımların üstüne, yeşil çimenlere ya da dıştan ihtimal bile vermeyeceğiniz güzel arka bahçelerine, Paris binalarının “cour”’larına… Çalışanlar daha uzun yemek araları aldılar, çocuklular parkları doldurdular, haftasonu keyfi için arkadaşlar birlikte piknikler, barbeküler planlayıp gerçekleştirdiler. Kısacası bu yıl herkes “dışarılarda” yaşamaya erken başladı. Paris’te 5 yıllık geçmişi olan bizler yeni gelen arkadaşlara bu günlerden olabildiğince dolu dolu yararlanmalarını tavsiye ettik çünkü Paris’te ya 2003 yazında 15,000 kişinin ölümüyle sonuçlanan akıl almaz “canicule” dramı olabileceği gibi Temmuz ve Ağustos aylarında sürekli yağmurlu, rüzgarlı, dışarı hırkasız, yağmurluksuz çıkılmayan çok tatsız yazlar da yaşanabiliyor. Güzel hava hepimizi biraz gülümsettiyse de yerkürenin ısınma riski ve özellikle tüm ay boyunca bir damla yağmur görememiş olmak (1893 yılından bu yana bu kadar kurak bir Nisan ayı yaşanmamış) bu yıl seçim öncesi dönemde çok gündemde tutulan ekolojik dengeyi de tartışmamıza neden oldu. Günün ve havanın güzelliğini yaşayabilmek iyi de dünyanın gidişi gelecek nesillerden ne çok çaldığımızı ve çoğu zaman bilinçsiz hareketlerle çalmaya devam ettiğimizi tekrar tekrar anımsatıyor bana…

17 Nisan 2007 Salı

Hommage à Mamie Lisa


Başımız sağolsun.

Bir süredir ciddi yaşam mücadelesi verdiğini biliyorduk ama fikrine alışmaya çalışsak da (alışılmıyor işte) can bu, insan gittiğine, artık sesini duyamayacağına, seni göremeyeceğine inanamıyor. Canımızdın, bir tanecik anneanneciğimizdin. Dün akşam Harun'la uzun uzun ağladık, göz yaşlarımız sel oldu ama sonrasında senin de isteyeceğin gibi biraz doğrulduk, kafalarımızı dik tutmaya çalıştık.

Çok yakınlarımızı kaybettiğimizde sanki kendi benliğimizin bir parçasını da kaybediyoruz diye düşünüyorum, kendi kişisel tarihimizin bir parçasını... Artık kim anlatacak bize çocukluk günlerimizi, yaptığımız haylazlıkları, verdiğimiz üzüntüleri, yaşattığımız hoş anları... Kim bizimle gurur duyacak? Kim destek verecek attığımız her adımda? “Haydi biliyorum yapabilirsin, başarabilirsin” diyecek? Kim anlatacak Tekirdağ'da geçen çocukluğunun capcanlı anılarını, kim söylecek Fransız chanson’larını, Ladino atasözlerini? Ilkokulda öğrendiği ve onca yıl geçmesine rağmen hala aynı heyecanla tekrarladığı "Nasıl geçtin güzel yaz, haber vermeden biraz" şiirini? Ölümün felsefesini yapmak çok zor ama dün acı haberi aldığımda bunlar gibi yüzlerce anı canlandı kafamda... Bir fotoğrafını buldum albümde, öptüm, okşadım, göğsümün içine yerleştirdim. Sonra farkettim ki o içimdeydi, bende ondan kocaman bir parça vardı zaten...

Çok güçlü bir kadındı Grandmama Lisa... Şimdi artık nesli tükenmiş olan eskilerin Mamma'sıydı. Zor bir yaşamın kadınıydı. Çocukluğu, gençliği hep ayakta durabilme mücadelesiyle dopdoluydu. Iki çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmiş, genç yaşta kaybettiği eşinin işini devam ettirmiş, ölüme, hastalıklara, hayatında yaşadığı maddi ve manevi tüm sıkıntılara rağmen büyük bir metanetle hep ayakta durabilmiş bir kadındı. Şımarıklığa, ukalalığa hiç gelemezdi, “ayakları yere basan, başarıları ile gurur duyan ama şımarmayan kadınlar olun ve asla kadınlığınızı yitirmeyin” derdi. Kadın-erkek ilişkileri konusunda ondan öğrendiğim ilkeler paha biçilmez değerdeydi. Çağının çok ilerisinde bir felsefesi vardı, moderndi, asildi, çok özeldi. Hep tatlı sözlüydü, dilinden bal damlardı, gönül almayı bilirdi, güler yüzlüydü, fedakardı, şevkatliydi, her yönüyle gerçek insandı. Hayata meydan okurdu, hiç bir şeyden yılmaz, tekrar tekrar doğrulur, yoluna kaldığı yerden devam ederdi, bizlere de aynı nasihatleri verirdi; onun sözleri yıllar içinde hayat felsefem haline geldi. “Hayatın sizi yenmesine izin vermeyin” derdi. "Bir kapı kapanıyorsa diğeri mutlaka açılacaktır" derdi. "Eğer hava çok çok kararmışsa ardından mutlaka güneş doğacak demektir" derdi.

Sevgili anneannecik, doğaya nasıl da hayrandın, anımsar mısın Kilyos yolunda "Durdurun arabayı, bu yolun kenarındaki kırmızı topraktan bana bir torbaya doldurun, balkonumda kullanacağım" derken gözlerinin içi ışıl ışıl parlıyordu. Afula'da seni ziyaret ettiğimizde kendi bahçendekileri beğenmeyip de komşunun bahçesinden topladığın(!) güllerden yaptığın gül reçeli kadar tatlıydın sen. Sarıyer sırtlarında her zaman gittiğimiz lokantada tavuğun ya da Hilde'de yediğimiz ve yıllarca dilinden düşürmediğin ızgara köftelerin lezzeti mi bir başkaydı yoksa senin masada oluşun mu farklı kılıyordu herşeyi? Ya senin evinde ailecek biraraya geldiğimiz sofralar? Bayram günlerinin o cıvıl cıvıl neşesi? Bizler için özenle, tüm sevginle hazırladığın borekita’lar, bulema’lar, agristada’lar, o fırınlanmış dolmas yenas de karne’ler? Senin yaptıklarına asla erişemesem de o tatları ve adını yaşatacağıma sözüm var. En sevindiğim şeylerden biri web sitemi sana atfetmem ve senin de bunu görüp benimle gurur duymandı. Şairin dediği gibi "Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş", ne mutlu sana ki hepsi birbirinden özel hoş sadalar bıraktın bizlere...

“Yolcu yolunda gerek” derdin hep… Yolcuların en tatlısı, yolun açık olsun. “Sana ke estes hanumika, munços bezikos” diye vedalaşırdın benimle... Benden de sana kucak dolusu öpücükler... Güle güle anneanneciğim, seni kalbimin en derinlerinde çok ama çok özleyeceğim. Seni tanımış olan bir çok insan gibi ben ve seni kendi anneannesi gibi benimsemiş, çok sevmiş diğer torunun Harun gün geçmeyecek ki senden bahsetmeyeceğiz, seni her daim sevgi ve özlemle anacağız. Bahçemizde çok güzel bir kiraz ağacı var, bugünlerde pespembe bahar çiçekleri veriyor, sana ondan bir kaç dal gönderiyorum. Nur içinde yat, mekanın cennet olsun.


Sibel Pinto
Paris, 17 Nisan 2007, 14:00

5 Nisan 2007 Perşembe

C'est so Paris!

Paris Turizm Ofisinin yeni Ingilizce sitesini gördünüz mü?
On se tire!
On s'appelle!
Repetez!
Camambert!
Ras le bol!
Bof!
La Moue!
Les Boules!
Bunlar ne mi?
Paris'e ilk taşindığımda çok tuhafıma giden, zamanla anlamını öğrendiğim, hatta itiraf edeyim ki zaman zaman kendim de kullandığım bazı jestleri fotograflayıp post etmişler. Kimisi antipatik/kaba saba, kimisi hoş ve sempatik gelebilir, tabii herkesin yorumu kendine. Gerçek olan tipik "parisian" olmaları... Bir göz atın.
http://www.cestsoparis.com/attitude-game.php

Sinema Kursları

Sinemaya merakınız var mı? Izleyici olmanın ötesinde sinema tarihini daha detaylı öğrenmek isterseniz bugün sizlere Paris'teki sinema kurslarından bahsetmek istiyorum.
4 Nisan-6 Haziran tarihleri arasında Forum des Image'ın düzenlediği bedava sinema kurslarında her hafta Çarşamba akşamları bir saat boyunca o günkü film üzerine (filmden görüntüler eşliğinde) bir eksper analizini öğrenebilirsiniz.
Program ve daha detaylı bilgi için: www.forumdesimages.net
Tarih: Her Çarşamba saat 18:30
Yer: Institut National d'Histoire de l'Art
Galerie Colbert, Auditorium 6
Rue des Petits-Champs, 75002 Paris

Doisneau ve Paris

19 Ekim- 3 Mart arası Hotel de Ville'de düzenlenen ve 300,000 kişinin ziyaret ettiği (ortalama kuyruk bekleme süresi 1,5 saat idi!!) Robert Doisneau sergisini kaçırdıysanız üzülmeyin. 1995 yılından bu yana Paris'te düzenlenen ilk büyük Doisneau resrospektifi için Paris şehri portalı www.paris.fr 'dan virtuel sergiye buyrun!

14 Nisan 1912'de Gentilly(Val-de-Marne) 'de doğan Robert Doisneau 1934-39 arasında Renault'nun Boulogne-Billancourt'daki fabrikasında endustriyel fotografçı olarak çalışmış, sürekli tekrarlanan "işe geç kalma"ları nedeni ile işten atılınca bağımsız fotografçı olarak hayatını sürdürmüştür. Paris'i en ince detayına kadar tanımış, özümsemiş, 25 eylül 1993'de çektiği son kareye kadar Paris hep fotograflarının fonu, baş aktörü olmuştur. 1994 yılında öldüğünde ardında 450,000 adetlik bir negatif arşivi bırakmıştır.

Sergi 1934-1991 yılları arasında çektiği siyah-beyaz fotograflarından bir kısmını biraraya getirmiştir. Her karede Paris hayatı, sokakları, insanları, şehrin gelişimi öylesine güzel yakalanıp yansıtılmış ki Paris'in geçmişine şahit olmak isteyenler için bu fotograflar bulunmaz bir hazine değerinde... "Doisneau'nun Paris"'i zamanda bir yolculuk sanki...1950 yılında çektiği ve tüm dünyada tanınmasına yarayan "Le Baiser de L'Hotel de Ville"i bilmeyen yoktur sanırım. La Diagonale des Marches, Danseuse de Be-bop, Mademoiselle Anita, çeşitli Les Halles kareleri, Ponts des Artes ve LaMaison des Locataires montajlari benim diğer favorilerimden bazıları....

Sergiler zaman zaman tekrarlanıyor, yenileri düzenleniyor, rastladığınızda mutlaka zaman ayırın, Paris'in dününü ve bugününü fotograf ustalarının gözünden izlemek ayrı bir haz veriyor.

30 Mart 2007 Cuma

Paris'de Venedik Karnavalı


Venedik Karnavalı için Venedik'e gitmeye gerek yok! Nasıl mı? Önerime kulak verin:

Her ne kadar Venedik'in "dünyada tek" büyülü atmosferini Paris'de yakalamak mümkün olmasa da bu girişimin her yıl onlarca Paris'liye güzel dakikalar yaşattığı kesin. 1999 yılında Michelle Santi tarafından 8 m2'lik küçücük bir mekanda 4 ayda hazırlanan 40 kostüm bu aktivitenin başlangıcı olur. Kurulan Paris Karnaval Derneği üyesi gönüllüler her yıl 200 civarında kostüm ve maskeyi hazırlamaya, sunmaya ve Parislilere 2 gün boyunca Venedik ruhunu yaşatmaya devam ediyorlar.

Bu yılki renk ve kıyafet şöleni için 31 Mart Cumartesi ve 1 Nisan Pazar günü saat 14:30-17:30 arasında Paris Porte de Plaisance (Bastille)'e uğrayın derim. Pişman olmazsınız.

www.paris-carnaval.org

28 Mart 2007 Çarşamba

Le Salon du Livre II



















Evet, kitap fuarına gittim, hoşuma gitti ama azıcık da hayal kırıklığını beraberinde getirdi. Paylaşacaklarım tamamen şahsi fikir ve saptamalarımdır.

Fuar 8 ayrı parkur takip edilebilecek şekilde design edilmişti. Parkurlar bilim, yaşama sanatı( bu yılki spesyalite:bahçe, yeşil alan, botanik üzerineydi), Virgin Megastore'un sponsorluğunda ana yedi tatmin(ya da günah), bölgesel, sanat, gençlik, çizgi roman, aktüalite/politika'dan oluşuyordu. Seçim yılı olması nedeni ile de politik kişiler ve kitapları önemli yer tutuyordu.

Bu yılın onur konuğu olan Hindistan 20 editör ve başta Sudhi Kakar, Sarnath Banerjee, Ravi Shankar Etteth, Vikram Seth, polisiye romanlarıyla Kalpana Swaminathan olmak uzere 30 yazarla temsil ediliyordu. Gibert Joseph tarafından realize edilen Hindistan pavyonu fransızca, ingilizce ve 18 hint lisanında kitapları içermiş ve hintli yazarların portrelerinin sergilendiği expo ile renklendirilmişti.

Bookcrossing üzerine verilen konferans çok ilgi çekiciydi. Duyanlarınız mutlaka vardır artık kitaplar ödünç verilmiyor, geçiriliyor! Siteye üye olup BCID (Bookcrossing ID) alıyor, okuyup başkalarıyla paylaşmak istediğiniz bir kitabı bu kodla etiketleyip arkadaşınıza veriyor, ya da park'ta, tren'de, cafe'de "unutuyorsunuz". Bulan okuyup siteye yorumlarını ekliyor. En büyük bedava kitap kulübü? Yeni tip kültürel paylaşım bana çok hoş geliyor ve trenlerde yavaş yavaş uygulanmaya başlandığına tanık oluyorum. SNCF de bu girişime katılmış: www.entraindelire.fr
Daha fazla bilgi isteyenler icin: http://bookcrossingfrance.apinc.org (fransizca) veya www.bookcrossing.com (ingilizce)

Tüm büyüklerin yanı sıra daha küçük çapta editörlere de şans veren fuarda Paris'in erotik kitapçısı La Musardine (www.lamusardine.com), aradığınız herhangi bir kitabı bulmak icin Chapitre (www.chapitre.com) , 7 yaşından beri kör olan Julien Prunet tarafından kurulan ve görme özürlülere çoğunlukla yazarların kendi sesleri ile okudukları kitapları hizmete sunan dernek Lire Dans le Noir (Karanlıkta okumak) (www.liredanslenoir.com) ve "yaşlanmaya" başlayan gözlere büyük karakterlerle hizmet eden Large Vision beni etkileyen başlıklardı.

Diğer yanda korkunç kalabalık, özellikle okul gruplarının fazlalığı, standlerde çizgi roman ve genclik yayınlarının yoğunluğu, fuar salonunun aşırı ısıtılmıs olması, hic bir stand'de kitaplarda Istanbul'dan alıştığımız "fuar indirimi" yapılmıyor olması beni hayal kırıklığına uğratan öğelerdi. Ama gidilip görülmeye değer buldum, kitapseverlere gelecek yıllarda kaçırmayın derim. Bir de Türk edebiyatı daha fazla temsil edilmeye başlansa?
FUARIN ARDINDAN POZITIF BILAN:
185,000 Ziyaretçi
çocuklar ve 26 yaş altı gençlerde ziyaret oranında bir yıl öncesine göre 3 kat artış
Hindistan'ın büyük başarısı: Sunulan 20,000 adet eserde 15,000 adet satış

21 Mart 2007 Çarşamba

L'Atelier des Chefs



Bugün Amerikalı arkadaşlarımla hoş bir gün geçirdim. Ne mi yaptım? L'Atelier des Chefs'de öğle yemeği yedim. Burası ne cafe, ne bistrot ne restaurant....ama yemek yedim işte hem de kendi hazırlayıp pişirdiğim yemeği! O zaman yemek okulu diye düşünebilirsiniz hemen... yok tam o da değil, yemek okulu kadar ciddi değil burası... yemek yapmayı öğrenmek isteyen ama vakti öğle paydosuyla kısıtlı olanlar için...Yaptıklarını "yeni jenerasyon yemek dersleri" diye tanımlıyorlar.
Aslında çok basit olmakla birlikte farklı ve hoş bir concept yaratmışlar. Paris'de 8. arrondissement'da hoş bir sokak içinde avluya bakan bir giriş katı düşünün. Sokaktan avluya girdiğinizde tamamen camekan bir salonla daha doğrusu kocaman bir mutfakla karşılaşıyorsunuz. İçeride harıl harıl yemek pişiren kravatlı, takım elbiseli şık ve yakışıklı beyler ve tailleur'lü, deux-piece'li hoş hanımlar görüyorsunuz. Yakındaki işyerlerinden çıkmış çalışanlar bir saatlik öğle paydoslarında bir yere gidip "plat du jour" (günün yemeği)ni yemek yerine o yemeği kendileri yapıp yaptıklarını yemeğı tercih ediyorlar. Atölyeye girdiğinizde rezarvasyonunuz kontrol ediliyor ve hangi saat diliminde yer ayırttıysanız o grupla mutfağa giriyorsunuz. Gruplara ayrılıp şefin verdiği bilgiler doğrultusunda yemeğin ön hazırlığını yapıyor (kesme, kıyma, karıştırma) sonra pişirme aşamasına geçiyorsunuz. Ders yarım saat sürüyor, hazırladığınız yemeği kendiniz servis yapıyor, yan odadaki uzun masada diğer katılımcılarla yemeğin keyfine varıyorsunuz. Arzuya gore bir bardak şarap ve ardından tatlı, kahve, çay ile keyfinizi tamamlayabiliyorsunuz. Bir saat sonunda yine iş başı!
Mutfakla ilgili bir çok alet, kitap ve pek tabii ki yemek tarifinde kullanılan baharatları da atölyenin butiğinden satın alma imkaniniz var. Sağlıklı ve taze yemek seven, şefin küçük tavsiyelerini öğrenmek isteyen, mutfakta üretmekten hoşlanan ve vakti kısıtlı olan herkese tavsiye ederim.
Ben bugun ne mi hazırlayıp yedim? Curry de volaille minute+ riz basmati a la cardamome(basmati pilav eşliğinde tavuk curry)...Fiat mı? 15 euro'ya hem öğle yemeği hem hoş bir yemek dersi! Deneyin, beğeneceksiniz.
http://www.atelierdeschefs.com/

Herşeyin başı

Günlüğüme ilk satırları yazmaya başlıyorum. Bu sayfa sayesinde Fransa'da yaşayan, yaşamaya gelen ve geleceklere yol gösterici olması amacıyla öğrendiklerimi, izlenimlerimi, yorumlarımı paylaşacağım. 4 yılı aşkın süredir yaşadığım bu ülkeyi anlatırken kendim de halen keşfetmeye, şaşır(t)maya, anlamaya devam edeceğim...
Ciddi konular olacak, bilgi dolu, yol gösterici... esprili konular olacak eğlendirici, gülümsetici... Ya da "tout simplement" hepimizin her gün yaşadığı sıradan olaylar, konular... Paris'te neler oluyor, kimler gelip geçiyor, nerede ne görülür, ögrenilir, yenir içilir, yapılır... Fransa'ya ve Fransızlara eleştiriler, Fransa'yı ve Fransızları savunmalar... En önemlisi bu ülkede yaşarken bu ülkeyi ve insanlarını anlamaya çalışmak, bunu neden böyle yapıyor'ları sorgulamak... Türklerden de bahsedeceğiz tabii ki... hepsi benim yorumlarım, benim bakış açımla!
Bu blog sayesinde birikmiş anılarımı ve her günlük yaşantımı, Fransa'yla ilgili geçmis, bugün ve geleceğimi, ilgi duyanlarla paylaşmak istiyorum. Blog'uma hoş geldiniz.