26 Şubat 2009 Perşembe

Le Cordon Bleu’de Turk Ruzgarı


Le Cordon Bleu Fransa’nın en önemli aşçılık okulu. Her yıl dünyanın dört bir yanından gelen aşçı adayları bu okulda Fransız gastronomisinin temellerini öğrenmekte, diploma (Le Grand Diplôme) almak için yoğun ve zorlu bir eğitim görmekte. Bu okuldan mezun olmak aşçılık mesleğinin kilometre taşlarından. Ama Cordon Bleu sadece bir okul değil, aynı zamanda geleneksel Fransız mutfağının korunmasını ve tanıtımını kendine ilke edinmiş, adı “mükemmelliyetçilik”le özdeşleşmiş önemli fransız kurumlarından biri.

1895 yılında Martha Distel La Cuisinière Cordon-bleu adlı haftalık bir dergi yayınlamaya başlar. Dergide ünlü şefler makaleler aracılığıyla dersler verirler; aşçıların tarifleri, püf noktaları yer alır. Derginin ismi özel seçilmiştir çünkü Cordon Bleu, l'Ordre des Chevaliers du Saint Esprit mensuplarının kullandıkları mavi kurdelenin adıdır ve 18. yüzyılda işinde mükemmelliğe ulaşan kişilere, daha çok da aşçılara bu isim verilirdi. Günümüzde halen çok iyi yemek pişirenlere “comme un cordon bleu” tamlaması layık görülür.

Derginin iyice ünlendiğini gören Mme Distel yemek derslerinin iş başında, yani şefler bizzat yemekleri yaparken izlenip öğrenilmesinin çok daha ilginç olacağını düşünür ve dergiye abone olanları ücretsiz yemek derslerine davet eder. Ilk ders 14 Ocak 1896’da Palais Royal yakınlarında düzenlenir ve ilk kez bir gösteride elektrikli ocak kullanılır. Dersler büyük sükse görür ve tüm dünyadan öğrenciler okula akmaya başlar. 110 yılı aşkın geçmişi olan okul Londra, Ottowa, Sydney ve Tokyo’da şube açar.

Peki Türk rüzgarı neyin nesi derseniz şöyle: Bir kaç ay önce internet kanalı ile sevgili Sevim Gökyıldız’la tanıştım. Sevim Hanım yemek yazarı ve Mutfak Dostları Derneği Başkan Yardımcısı. Yıllardır Fransa’da Türk mutfağını tanıtmak amaçlı bir çok faaliyete imza atıyor. 2002 yılından bu yana Annecy’deki Imperial Palace’da 15 gün boyunca düzenlediği “Afiyet Olsun” Türk Gastronomi ve Kültür Festivali fransız basınında çok büyük ilgi görmekte. Cordon Bleu’de Chef Invité programı kapsamında bu yıl beşincisi gerçekleştirilen programda kendisine eşlik etmemi teklif ettiğinde havalara uçtum. Hem eğitimimin bir kısmını bu okulda almıştım hem de bu yıl devam ettiğim Reims Üniversitesinde Gastronomi programı çerçevesinde etnik türk mutfakları üzerine tezimi yazıyordum. Cordon Bleu’de düzenlenecek bu programın parçası olmak çok heyecan vericiydi.

18 şubat günü öğlen saatlerinde hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Amaç mutfağımızın geleneksel lezzetlerini ve özel ürünlerini tanıtmaktı. Mercimek köfte ve imambayıldı, hazırlayacağımız iki ana yemekti. Sevim Hanım Cordon Bleu’nun ricası üzerine menüye fıstıklı baklava yapımını da eklemişti.

Gösteri saati yaklaştı, heyecan yükseldi. Hepsi geleceğin şefleri olacak dünyanın dört bir yanından Çinli, Japon, Rus, Amerikalı, Venezuelalı, Yunanlı, Kuveytli öğrenciler, misafirler ve basın yerlerini aldı. Cordon Bleu’nün Halka Ilişkiler, Festival ve Promosyon Müdiresi dünya tatlısı Catherine Baschet açılış konuşmasını yaptı, kendimizi tanıttıktan sonra kolları sıvadık. Önce baklavanın hamuru açılıp dinlenmeye bırakıldı. Ardından patlıcanları soyup harcını hazırlamaya koyulduk. Sonra da haşladığımız mercimeklere kabaran bulguru katıp başladık yoğurmaya... Gösteride Fransiz-Türk mutfakları karşılaştırıldı, Türk mutfağının incelikleri anlatıldı, yemeklerimizde kullandığımız bulgur, kırmızı mercimek, biber salçası, pul biber ve nar ekşisi tanıtıldı.

Programı T.C. Paris Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Ataşesi Sn. Dr. Hasan Yavuz da onurlandırdı. Gösteri sonunda, okulun kış bahçesinde hazırlanan kokteylde, öğrenciler, öğretmenler, şefler ve davetlilere mercimek köfte, kuruyemiş, baklava ve Türk rakısı ikram edildi.

Temmuz 2009 tarihinde başlayacak, Fransa’da yaşayan biz Türklerin dört gözle ve büyük bir heyecanla beklediği Fransa’da Türk Sezonu aktiviteleri arasında daha nice tanıtımlara...

13 Şubat 2009 Cuma

Sahne Senin Istanbul


Avrupa Kültür Başkenti projesi 1985’de dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri tarafından ortaya atılır ve aynı yıl Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi projeyi uygulamaya koyar. 1985'ten 2000 yılına kadar Avrupa Birliği'ne üye olan ülkelerin kentlerinden biri Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilir ve 2000 yılında, yeni binyıl nedeniyle Avrupa Kültür Başkenti ünvanı hem birden fazla kente, hem de AB Adayı olan ülkelerin kentlerine verilmeye başlanır. Anımsayacaksınız projemiz « Istanbul: 4 Elementin Şehri »(toprak, su, hava, ateş) diye sunulmuş ve kabul edilmişti. 2010 yılında Istanbul, bu ünvanı Almanya’nın Essen ve Macaristan’in Peç şehirleriyle paylaşacak.

Bu kapsamda Istanbul’un kültür mirasını dünyayla paylaşması, yeni müzelere kavuşması, kentin çehresinin değişip yaşam kalitesinin artması, turizme katkısı inanılmaz heyecan verici (2008 yılında Istanbul’a gelen turist sayısının 8 milyondan 2010’da 12 milyona çıkması ciddi bir hedef)

Geçen hafta komite başkanı Nuri Çolakoğlu’nu televizyonda izlerken neredeyse koltuğumdan Istanbul’a ışınlanmak istedim. Ne büyük bir coşkuyla anlatıyordu: Bir sivil toplum projesi olarak başlayan çalışmalar belediyelerin ve devletin katkısı ile gelişir. Avrupa’dan gelen sembolik fon, bütçenin sadece binde 3’ü olmasına rağmen toplamda küçük sayılmayacak bir bütçeyle kolları sıvamışız. Bu yıl içinde büyük retorasyon ve yenileme çalışmaları ile Istanbul’un altı üstüne gelecek gibi gözüküyor. Özellikle Kongre Vadisinde restore edilen Muhsin Ertuğrul Sahnesinin açılışı, Lütfi Kırdar’ın dört katı büyüklüğünde Rumeli Konferans Salonu ve Açık Hava Tiyatrosunun önünün araba trafiğine kapanıp sadece yaya trafiğine açılmasıyla o bölgenin çok başarılı bir gelişime sahne olacağını düşünüyorum. Taksim Atatürk Kültür Merkezinin ön cephesinin ise 1300 m2’lik televizyon ekranına dönüşüp tüm açılış töreninin naklen yayınlanması planlanmakta.

Bir de Istanbuldaki tüm billboard’larda çıkan «Sahne Senin Istanbul» posterlerin devamında «Sahne Senin Ahmet», «Sahne Senin Mehmet» diye kişiselleştirileceğini, ardından da «Sahne Senin Ayasofya», «Sahne Senin Topkapı», «Sahne Senin Yenikapı» diye bölgelendirileceğini öğrendim.

Tüm bu heyecan beni buradan çok etkiliyor ama ya Istanbul’da? Sahne iyi de sahne arkası nasıl? diye sorgulayanlar, bir şehir kültür başkenti seçilerek kültür oluşturulur mu? şehrin kaçak göç ve endüstrileşmesi sonucu yıllardır çözüm bulunamayan sorunlar ne olacak, çirkinlikler nasıl makyajlanacak? halk olayın neresinde? diyenler… Tüm bu yorumlara hak veriyorum ama yine de içimin kıpır kıpır olmasına engel olamıyorum. Uzaktan bakıyor olduğumdan mı, on yıldır içinde gün be gün yaşamadığımdan mı, soruma yanıt bulamıyorum.

Ben yine heyecanıma geri dönüyorum: Açılış programının esin kaynağı halk masallarımız ki bilirsiniz hep mutlu son, düğünlerle noktalanır. Istanbul Büyük Şehir artı 39 ilçe etti mi size kırk! 40 deyince çoğumuzun aklına 40 gün 40 gece düğün dernekler gelmez mi? Işte 31 Aralık 2009 gecesinden başlayip 8 şubat 2010’a kadar sürecek dönemde her akşam bir ilçede «düğün, dernek» kurularak 40 kez açılış yapılacak. Sema gösterisinden, klasik müziğe, baleden folklöre, edebiyattan gastronomiye Istanbul’un tüm renklerini yansıtacak mozaik canlandırılacak.

Planlarımı şimdiden yapıp 2010 yılına mutlaka Istanbul’da girmeliyim, o kırk günlük şöleni kaçırmaya hiç mi hiç niyetim yok. Belki "düğünler"in birinde sizlerle de karşılaşırız, ne dersiniz?

**Yukarıdaki güzel Istanbul 2010 afişini paylaşan sevgili Canan Hanım’a gönülden teşekkürler…