7 Ekim 2008 Salı

Fransa nereye kosuyor?


Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında Fransa’da başlayan optimizm ve motivasyon iyice dibe vurdu. Bir kısım Fransız yıllardır süregelen sorunlarının biranda çözülüp etrafın günlük güneşlik olacağını sandılar. Söz verilen reformlar hiç bir engele takılmadan geçecek, fabrikalar kapanmayacak, herkes iş bulacak, ev sahibi olacak, hayat ucuzlayacak. Aradan bir yıl geçmeden halk büyük hayal kırıklığı yaşamaya başlıyor. Aslında tehlike sinyalleri epey bir süredir çalıyor ama pek gündemin ilk sıralarına çıkmıyor, ekonomi dergilerinin sayfalarında sıkışıp kalıyordu. Takip edenler anımsayacaklar, euro zone’da fransız ihracat rakamı 1999’da %16,5’den 2007’de %13,4’e iniyor. Devlet harcamaları, PIB(üretilen zenginliğin) %55’ini yutuyor. OECD verilerine göre endüstrileşmiş ülkelerde ortalama çalışma saati kişi başına yılda 1,800 iken Fransa’da 1,600 bile değil, yani Fransızlar çalışmayı sevmiyor. Işçi maliyeti Avrupa Birliği içinde Fransa’da en yüksek (Ispanya’dan % 40 daha pahallı) Dış ticaret açığı 40 milyar euro. Açlık sınırının altında 8 milyon Fransız yaşıyor. Iş kurmak çok zor, vergiler çok yüksek, kimse girişimciliğe teşvik edilmiyor. Uç aylık dönem rakamları açıklanınca, ikinci kez üstüste Fransız ekonomisi negatif büyüme gösteriyor, her ne kadar hükümet ilk üç ayki %0,4’lük artışı hesaba katarak bu kelimeyi telafuz etmek istemese de récession sözcüğü havalarda uçuşuyor. Üstüne AB ortalaması %6,9 iken, Fransa’da Ağustos ayında artı 41,300 kişi işsiz kafilesine katılarak toplam sayı 2 milyona, işsizlik artış oranı da %8’e ulaşarak bir alarm daha veriyor.

Karanlık tabloya devam ediyorum: Son bir yılda gayrimenkul piyasası durağan bir döneme giriyor. 330,000 euro değer biçilen Nice’in merkezindeki daire bir yıl içinde sadece 6 kez ziyaret edilmiş, evsahipleri dönem içinde yavaş yavaş fiatlarını indirerek 220,000 euroya razı olmaya hazırlar ama halen alıcı yok. Paris’in belli bölgeleri için tabii aynı kara senaryoyu çizemeyiz ama iki yıl öncesine kadar Paris’de satışa çıkan evler bir hafta içinde satılırken ve ev sahipleri burunlarından kıl aldırmazken yani tam bir seller’s market varken bu durum yavaş yavaş tersine dönmekte. Önemli bir unsur kredi faizlerinin artışı, bankaların kredi vermekte isteksizliği, halkın artan borçları nedeni ile zor durumda kalışı, üstüne pouvoir d’achat(alım gücünün) iyice düşmesi her kesimden, her meslekten insanı çok zor durumda bırakmaya başlıyor.

Amerika’da başlayan subprimes krizi Lehman Brothers’ın iflasının ardından Bear Stearns, Merrill Lynch, Fannie Mae, Freddie Mac, Washington Mutual kurtarma operasyonları süregelirken Avrupa ve Asya da süreci takip ediyor. Tüm dünya üstünde karanlık bulutlar dolaşıyor, istatistikler korkunç, finans sektörü ciddi krizde, büyük şirketler elemenlarını işten çıkartıyor, küçük şirketler iflasın eşiğinde…Çok zor ve ciddi bir ekonomik bunalım döneminden geçiyoruz, Fransa da zaten zorlandığı ekonomisinde bu gidişten payına düşeni alıyor. 2009 yılının çok zor bir yıl olacağı kesin, 2010 hatta 2011 için bile kimse umutlu değil.

Fortis Bank ve Dexia operasyonları ardından herkes "acaba bankadaki paramız ne olacak" endişesine de girdi. Her ne kadar Türkiye’deki banka krizinde yaşanan banka önlerinde kuyruklar şekline dönüşmediyse de (henüz), hemen hemen herkes bankacısını aradı, banka hesaplarının 70,000 euroya kadar sigortalı olduğunu öğrendi. Fransa, dünkü Irlanda ve Almanya’da tüm mevduatların devlet garantisinde olduğu açıklamasını izlemeyecek gibi ama halka, küçük mevduat sahibine güven verecek AB genelinde planlar üzerine çalışıyor. Insanların alınteriyle çalışarak hayat boyu yapmış oldukları birikimleriyle ilgili belirsizliğe düşmeleri ne hazin! Finans sektörü halkın parasıyla oynayacak, parayı batırdığında da kurtulmak için devlete başvuracak, yani yine halk parasını batıranı kurtaracak ki kendi parasını da kurtarabilsin. Ne dilemma! Ama diğer yandan batan büyük finans şirketlerinin genel müdürleri, anlaşmaları gereği giderken “iyi ki şirketi batırdınız” diye parachutes dorés(altın paraşüt) skandallarıyla 20 milyon euroya varan(yanlış okumadınız!) tazminat çeklerini ceplerine koyarak ofislerine veda edecekler. Oh ne güzel iş!

Cumhurbaşkanı Sarkozy krizin bitmediğini, Fransa’yı yakınen ilgilendirdiğini, artık Fransızlara gerçeklerin tüm çıplaklığıyla anlatılması gerektiğini, önümüzdeki ayların çok zor geçeceğini beyan ediyor. Insanlar kemerleri sıkmaya başlıyor, ilk etkilenen sektörlerin restoran, eğlence, turizm ve inşaat olması bekleniyor.

Tabii ki genel dünya gidişatını Fransa’ya indirgemek değil yazının amacı ama altı yıl önce Fransa’ya geldiğimde bir partide tanıştığım arkadaş “Fransızlar dünyaya uyamıyor, hızla bilinmeze koşuyor, çok sürmez duvara toslayacaklar” demişti de kendisini pek karamsar bulmustum ama bu günlerde sıkça anıyorum. Doğru muydu yoksa öngörüsü? Bu ülke acaba nereye koşuyor?