4 Haziran 2009 Perşembe

4 Haziran 2009


Bayram, seyran, dedik, ilkbahar geldi, geçiyor, yaz göründü... Blog yazılarım gözümde tüttü ama günler başka önceliklerle dopdolu geçiverdi: biraz sevinç, biraz hüzün, biraz hoş sürprizler, biraz sağlık sorunları derken haziran ayına giriverdik. Bu sabah cici bici ciltlenmiş tez kopyalarımı üniversiteye postaladım. Gerçekten çok yoruldum ama çok severek çalıştım, bir çok yeni şey öğrendim, konunun ehli profesörler ve yeni insanlar tanıdım, köklerimle ilgili yeni bilgiler keşfettim. Kısaca çok emek verdim ama benim için değdi. Umarım değerlendirme kurulu da benim gibi düşünür de şu yaşımda kalkıştığım bu macerada tekrar diploma almak nasip olur!

‘Kişisel hayatından bize ne? Sen Paris-Istanbul’dan anlat diyenlere’, ‘Sabırsızlanmayın, işte yeniden bıraktığımız yerden başlıyoruz’ diyeceğim. Ama doğru bir cümle olmayacak bu çünkü hayatta asla bıraktığımız yerden başlayamıyoruz. Kimi zaman yıllarca görüşmediğiniz eski bir dostunuza rastlarsınız da sözler biter, muhabbet tıkanır, suya sabuna dokunmayan laflarla zaman öldürülür. Ya da tam tersi, hiç bırakmamışcasına muhabbet alır yürür, karşınızdaki sanki dün ‘yarın görüşmek üzere’ öpüşüp vedalaştığınız kişidir; o sizin, siz onun hayatının içinde hep yer almışsınız gibi hissedersiniz. Her ikisi de zaman zaman yaşadıklarımızdır ama yine de aslında hiç bir şey durağan değil: akıp geçen günler, aylar, yıllar, yaşlar, hüzünler, özlemler, yaşanmışlıklar, yaşanamamışlıklar, gerçekleşen ya da gerçekleşmeyen hayaller... hayat mı kimine daha acımasız davranır ya da insan mı hayattan alacağını es geçer? Bilmiyorum ama sözüm söz, burada felsefeye nokta koyup Paris’teki havaya döneceğim!

Güzel, güneşli, ılık havalar yaşıyoruz son gunlerde... Nisan ve mayıs ayındaki fırtınalara, sağnak yağmurlara inat... Rio-Paris seferini yapan Air France uçak kazası yürekleri dağladı. Politik atmosfer canlı çünkü Avrupa Parlamentosu seçimleri bu Pazar... Tüm seçim dönemlerinde olduğu gibi Türkiye, politikacılar tarafından sıkça seçim malzemesi olarak kullanıldı. Ekonomide küçücük olumlu kırıntı haberler varsa da her ay işsizler ordusuna yeni kişiler ekleniyor, alım gücü düşmeye devam ediyor. Sporda Roland Garros tenis rüzgarı esmeye devam ediyor. Bir de son aylarda iki farklı tip çılgın protesto eylemine tanık olduk.

Ilki süpermarket basma olayları! O ne demeyin, şöyle ki grup sözleşip eylem yapacakları marketi belirliyor, önceden ziyaret edip lojistiğini ayarlıyor. Belirlenen günde markete giriyorlar, ütü masalarının üzerine örtüler seriliyor, pikniğe başlıyorlar ; yiyecek içecek malzemelerini açmaya ve tüketmeye, etraftan geçen diğer müşterilere ikram etmeye... Bisküiler, sütler, meyveler, ekmekler, peynirler... Güvenlik olaya müdahale etmeye çalışıyor ama öncesinde haber verdikleri basın mensupları da markete gelip röportaj ve çekimlere başlayınca işverenin işi zorlaşıyor. Kendilerini yeni militanlar diye adlandırıyorlar, amaçları büyük zincir marketlerin haksız marjlarla fiatları şişirmelerini protesto etmek…

Ikinci tip eylem ise toplu işten çıkartma kararı alan şirketlerin Insan Kaynakları müdürlerini odalarına hapsedip rehin tutma! Bir anlaşmaya varılıncaya dek adamları dışarı salmıyorlar, iş yerindeki bilgisayarları, ofis ekipmanını pencerelerden aşağıya atıyor, kırıyor, yıkıyorlar...

Koyun gibi herşeyi kabullenmiyorlar, tepkilerini mutlaka gösteriyorlar ama diğer yandan benim aklım almıyor, bu eylemler nasıl olur da cezalandırılmıyor…Fransız milletinin devrimci ruhu, her daim eylemciyi destekleme, zayıfın yanında olma özellikleri bunda rol oynuyor olsa gerek... Bakalım gelecek günlerde daha ne ‘parlak’ olaylara tanık olacağız.

Paris-Istanbul hattında konular bol, pek yakında yeni bir başlıkta buluşmak dileğiyle...