19 Aralık 2007 Çarşamba

La Fin d’Année


2007 yılının son günlerini yaşıyoruz. Her yıl bu dönemde hep aynı “film”i seyrediyoruz gibi geliyorsa da bana insan hayata azıcık renk katan atmosferin büyüsüne kapılmadan edemiyor. Televizyonu açıyorsunuz ilk bir kaç sahnesinden sonunu anlayabildiğiniz hoş ama boş noel filmleri… Harıl harıl alışveriş… Ev süslemeleri, çam ağacı altında biriktirilen hediyeler.. Sanki soğuk, yağışlı ve karanlık havanın verdiği iç karartıcı atmosferi dağıtmak amacıyla ışıl ışıl sokaklar… Gözünüzü almadağınız vitrin süslemeleri…Hele Galeries LaFayette gibi Les Grands Magazins’lerin özenle hazırladıkları ve çocukların saatlerce izlemek istedikleri her tür sihirli ve renkli dekor—sizin de durup bakmak gelmiyor mu içinizden? Kullanılan teknoloji, masalımsı sahneler… aramızda en gerçekçi olanlarımızın bile etkilenip içi ısınıyordur sanırım.

Yeme-içme konusunda sınır tanımayan çeşit çeşit yiyecek—meşhur fransız “haute gastronomie” spesyaliteleri: fois gras, coquilles saint-jacques, fruits de mer, boudin, o yemyeşil tereyağla doldurulmuş sevimli salyangozlar, özellikle bu dönemde rastladığımız chapon, pintade, canette, caille, polarde, lievre, chevreuil… tabii ki vazgeçilmezler: somon füme, havyar, homard, langouste, langoustine, coq au vin, cassoulet, confit de canard, peynir çeşitleri ve pek tabii ki noel sofrasının vazgeçilmezi «bûche de noël»: klasik bir pastayken dondurulmuşu, kestanelisi, frambuazlısı, egzotik meyvalısı derken her yıl ne çeşitler üretiyorlar…

Istanbul’daki ünlü bir restaurandan emaille bu yılın yılbaşı menüsü geldi geçen gün… listeye göz atarken buradaki menülerden epeyce farklı olduğunu farkettim ama daha önemlisi (yılsonu nostaljisinden mi bilinmez?) eski yılbaşı geceleri film şeridi gibi geçti gözümün önünden: bankacılık yıllarımda 31 Aralık akşamı tüm hesaplar tutmadan şubeyi kapatamamak, eşimin masamın yanındaki koltukta sabırsızca “hadi ama Sibel, bitirin de gidelim artık” söylenmeleri, “ya bu bankacılık da meslek mi, nasıl düştük biz bu işe” yakınmalarımız ardından mesai arkadaşlarımızla işi şakaya vurup kadehlerimizi şerefe kaldırışımız… ah ne günlerdi o günler… Daha da gerilere gidersem çocukluk yıllarımda yılbaşı akşamları güzeldi: aile arasında toplanmalar, annemin özenli, lezzetli, güzelim sofrası, (mutlaka şütte’den italyan salatası-niye italyan? sormayın, bilmiyorum!) kuzenler, yeğenler, büyükanneler/babalar, halalar, amcalar, tombala, cicili bicili hediye paketleri, gece yarısı olmadan kanapede sızan biz çocuklar.. Genç kızlık yıllarımda ise kimi yılbaşı geceleri hayal kırıklıklarıyla da eşdeğer olmuştur: Sanki o gece çok özel olacakmış gibi hazırlıklar, en eğlenceli programı, en iyi lokali, en lezzetli menüyü seçmek için çırpınmalar, giysim, saçım-başım çok güzel olsun debelenmeleri.. çoğunlukla çok eğlenmeyi beklerken hiç eğlenememek… işin sırrı çok büyük beklentilere girmeden işi oluruna ve ruh halinizin akışına bırakabilmekte sanırım. En güzel yılbaşılarımdan biri pijamalarımızla evde otururken gece yarısına iki saat kala aniden karar verip altımıza blue-jeanlerimizi çekip buz gibi havada Concorde meydanında havai fişek gösterisini izleyip şampanya patlattığımız bir yılbaşıydı… herşey öylesine improvisée…

Ister klasikçi olun ister daha egzotik… Dünyanın neresinde olursanız olun, yeni deneyimlerle süslü, zevk ve sevinç getiren günleri bol, sıkıntı ve dertlerle başedebilme gücünü kendinizde bulabileceğiniz, emeğinizin karşılığını alabileceğiniz, değer verdikleriniz ve size değer verenlerle paylaşacağınız güzel bir yıl olsun.

2008’de yazılara devam…