20 Şubat 2014 Perşembe

KÖPRÜLER VE KILITLER



Paris’in en güzel köprülerinden biridir Pont des Arts. Louvre Müzesiyle Institut de France’ı birbirine bağlar. 11 m genişliğinde, 155 m uzunluğundaki köprü sadece yayaların kullanımına açıktır. Yaz akşamları piknik yapanlarla, müzik çalanlarla dolar taşar. Her iki tarafından da nefes kesici bir manzara vardır, gerçekten doyumsuz… O nedenle de ressamların, fotoğraf sanatçılarının uğrak yeridir. Ama son yıllarda farklı bir fenomenle ünlü oldu bu köprü… Üzerine asılan kilitleriyle! Aşklarını tescillemek isteyen sevgililer bu ‘aşk sembollerini’ köprünün demirlerine asıyorlar.

Dünyada 2000 yıllarında başlayan bu moda bir çok turistik şehre hızlıca yayılır. Özellikle de şehirlerin romantik bölgelerine… Floransa’da Ponte Vecchio, Venedik’te Ponte de l'Accademia derken Londra, New York, Seul… Paris’te de bu gelenek 2008 yılında aşıkların tercih adresi Pont des Arts’da başladı, ardından Archevêché, Solférino, Léopold-Sédar-Senghor ve Simone de Beauvoir köprülerine sıçradı. Asma kilitler çeşit-çeşit, renk-renk, kimi büyük, kimi minik, kiminde kalpler kiminde desenler, kiminde aşıkların isimleri var. Ne de olsa herkesin aşkı özel… Ayağının tozuyla Paris’e gelen aşıklar önce belirledikleri köprüyü buluyor, yanlarında getirdikleri (ya da köprü başlarında bekleşen seyyar satıcılardan satın aldıkları) kilitlerini demirlere asıp anahtarını nehre atıyorlar. Biraz adak ağacına bez bağlamaya benzemiyor mu, ne dersiniz? Nehre atılan anahtar bulunamayacağına ve kilit açılamayacağına göre aşkları daha bir garantide mi oluyor acaba?

Asma kilit çılgınlığının nasıl başladığını kimse bilmiyor. Bir rivayet Macaristan’ın Pécs şehrini işaret ediyor. Şehrin garnizonunda, askerlerin odalarındaki dolap kilitlerini şehre hatıra olarak köprülere bıraktıkları söyleniyor. Bir diğer rivayet Federico Moccia’nın 1992 yılında yayımlanan ‘Three meters above the sky’ adlı romanından esinlenildiği. Romandaki ana karakterler tutkulu bir öpüşmeden sonra kilidi köprüye asıp anahtarını nehre atıyorlarmış.

Sevgililer mutlu mesut ama ziyaretçi aşıkların ve kilitlerin sayısı arttıkça olay sevimli olmaktan çıkıverdi. Otoriteleri aldı bir düşünce! Bu ‘aşk simgeleri’ kamu düzenine zarar verebilir mi? Bu kilitler köprü demirlerinde fazla ağırlık yapar mı? Köprünün bakımını engeller mi? Estetik olarak şehri çirkinleştirir mi?


Kimi şehirler bu uygulamayı yasaklarken kimi şehirlerde de ilginç önlemler alınıyor: Roma’daki Milvio köprüsündeki bir lamba kilitlerin ağırlığından çökünce kilit asılması yasaklandı ve ceza getirildi. Floransa’daki Ponte Vecchio’ya asılan kilitlerin hepsi, köprünün tarihi dokusuna zarar verdikleri gerekçesiyle kaldırıldı. Hamburg’da belli aralıklarla kilitler belediye ekiplerince toplanmakta. Cezayir’in Telemly bölgesinde daha önce adı ‘intihar köprüsü’ olan köprüye 2013 yılının eylül ayında aşk kilitleri asılmaya başlayınca hazırladığı videoda aşk kilitlerinin Islam’da yasak olduğunu söyleyen imamı dinleyen bir grup genç köprüdeki kilitleri söküverdi.

Kimi şehirler ise daha ılımlı: Liverpool Albert Docks’daki ‘Burası aşıklar için özel bir yerdir. Kilitlerinizi buraya asın ve anahtarını Mersey nehrine atın’ panosuyla aşk turizminin promosyonu yapılıyor. Moskova Luzhkov köprüsünün yanına ise dallarının kullanılabileceği bir metal ağaç yerleştirildi.

Kendini ‘aşkın başşehri’ diye nitelendiren Paris bugüne dek konuya belli bir toleransla yaklaştı. 2010 yılının mayıs ayında aşırı artan kilitlerden endişe duyan resmi makamlar kilitlerin ‘mimari miras’a tehdit olabileceğini açıkladılar. Bu açıklamanın ardından 11 mayıs 2010 gecesi bir anda köprüdeki kilitlerin tümü sır oldular! Sorumluluğun kendilerinde olmadığını açıklayan şehir yöneticilerine kimse inanmadı, yetkililer aşka saygı duymamakla suçlandı. Gel gelelim bir süre sonra Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi bir gencin heykel yapmak amacıyla kilitleri çaldığı ortaya çıktı!

Geçen yıl konu yine gündeme taşındı. Köprünün bulunduğu 6. bölgenin belediye başkanı ‘Bu iş artık delilik halini aldı. Ya ağırlık köprü altından geçen gemilerin içindeki turistlerden birinin kafasına düşüp yaralanmalara hatta ölüme neden olursa?’ diye veryansın etti ve kilitlerin düzenli aralıklarla, 3 ila 6 ayda bir sökülmesini önerdi. Paris Belediye Başkanı öneriyi pek beğenmedi, ne de olsa şehrin turistik imajı zedelenebilirdi, sevgililer aşklarını köprülerde tescillemek için Paris’e binlerce kilometre mesafeden gelmekteydi. Önerilen bu ‘toplu temizlik’ yakında yapılacak gibi görünmüyor ama bir gün olay kontrolden çıkarsa yöneticiler çözüm arayışlarına yönelecekler. Ama kilitleri asan aşıkların kalplerini kırmadan tabii ki! Ne de olsa Paris aşıklar ve ışıklar şehri! O köprüden geçen aşık sayısını, herbirinin duygularını, ruh hallerini, beklentilerini düşünsenize… Bir de ne kadar çeşitli yaş, ülke, lisan, kültür, ırk barındırıyor o kilitler…

Örneğin Fas’tan gelen Hassan ve Samira’nin ilk durakları Pont des Arts. Onlar için vazgeçilmez olan bu ziyarette köprüye zarar vermemek için plastik kilit kullanabileceklerini belirtiyorlar, hatta New York’da USB anahtarı asıldığını belirten Hassan ileride ‘neden bir aşk kilitleri müzesi açılmasın ki’ diyor. Metalik ağacın tutmayacağını belirtiyor çift çünkü ‘köprü çok güçlü bir sembol, aynı aşk gibi birleşmeyi simgeliyor’ Florida’dan gelen Robert ve Tiffany aşk köprüsünü ‘Now you see’ filminin final sahnesinde gördüklerini ve bu romantik sahneyi kendilerince oynamaya yemin ettiklerini belirtiyorlar. Kilitlerin köprü demirlerine zarar verdiğini öğrendiklerindeyse ‘Diren Köprü’ sloganı atarak uzaklaşıyorlar! Bir kaç metre ötede ise yere diz çöküp içinde yüzük olan kırmızı kutuyu açan Çinli Tao sevgilisine evlenme teklif ediyor. Uzun yoldan gelen sevgililer kilidin ölümsüz aşklarını simgeleyeceğini belirtiyorlar.

Çevreye zarar vemeyecek bir çözüm önerisi de kalbinin sahibine bir e-kilit göndermek! Ilgilenenler için: http://www.lovemasterlock.eu/

Köprüler, kilitler, şehirler derken bir 14 şubat’ı daha geride bıraktık. Özel günler, kutlamalar bahane, yeter ki gerçek aşklar hiç eksilmesin, köklü sevgiler hiç solmasın.

18 Şubat 2014 Salı

Ifade özgürlüğü mü? Nefret suçu mu?



courtesy of le Huffington Post


-Yahudilerle Naziler arasında taraf tutmuyorum. Kimin başladığını bilmiyorum. Bunlar geçmişte kaldı. Kim kimi provoke etti? Kim kimden çaldı? Bir fikrim var tabii…
-Hiç bir zaman antisemit olmayacağım demiyorum. Bu olasılığı saklı tutuyorum.
-Biliyor musun, bir gün rüzgar yön değiştirirse valizini yapacak zamanı olacağından bile emin değilim. Patrick Cohen’in (France Inter’de her sabah program yapan bir gazeteci) konuşmasını duyunca ‘işte diyorum gaz odaları… yazık’
Dieudonné Mbala Mbala Fransız bir aktör, tiyatrocu, mizahçı. Annesi Fransız, babası  Kamerunlu. Ünlü Yahudi mizahçı Elie Semoun’la oluşturdukları komik ikili uzun yıllar birlikte çalışmış, sonra yolları ayrılmış. Yıllardan beri tek kişilik oyunlar oynuyor. Gösterileri  binlerce insan tarafından izleniyor, haftalık youtube showları 2 ila 3 milyon kez tıklanıyor. Kendisinden ‘mizahın diktatörü’ diye bahsediliyor. Yukarıdaki cümleler oyunlarından bir kaç alıntı…

Geçen hafta Fransız kamuoyu komedyenle Içişleri Bakanının mücadelesine tanık oldu. Içişleri Bakanı Manuel Valls komedyenin gösteri değil, kamu düzenini bozma riski taşıyan toplantılar düzenlediğini ve bu ‘mitingleri’ engellemek için tüm yargı yollarına başvuracağını açıkladı. Üstelik bu açıklama François Hollande’ın CRIF (Fransa Yahudi kurumları temsil konseyi) toplantısındaki konuşmasının bir kaç gün sonrasında gerçekleşti. Cumhurbaşkanı ‘kendini komedyen zanneden ama sadece patentli antisemit olanların alaycı davranışlarından’ dem vurmuş ama komedyenin adını anmamıştı. ‘Irkçılık ve antisemitizme karşı mücadele hükümetimizin en önemli hedeflerinden biridir’ diyen Içişleri Bakanı Valls yeni gösterilerine engel olmak amacıyla komedyenin oyunlarının oynanacağı şehirlerin valilerine bir sirküler gönderdi ve şartlar gerektirirse yasaklama güçlerini kullanabileceklerini belirtti. Komedyenin Yahudi dinine ait bir çok kişiye antisemit yorumlar ve Holokost kurbanlarına hakaret edici sözlerle bezeli yeni oyunu Duvar ‘Le Mur’ Fransa’nın bir çok ilinde turneye çıkmak üzereydi.

Dieudonné avukatı Jacques Verdier kanalıyla sadece gösteri yaptığını, Valls’in girişiminin ‘abartılı bir tepki ve açık bir sansür’ olduğunu belirtti. ‘Gösterileri izlemeye gelen halka karşı siyasi otorite tarafından büyük bir saygısızlık yapılmakta’ diyen Verdier gösterileri yasaklayan tüm kararlara karşı dava açacaklarının altını çizdi. Dieudonné’yi savunan ve olayın Fransa’da ifade özgürlüğüne vurulmuş büyük bir darbe olduğunu açıklayan Ulusal Cephe (FN-Front National)’ın başkan yardımcısı Içişleri Bakanına Fransızların daha ciddi sorunlarıyla ilgilenmesini tavsiye etti. Bu sözlerle FN’nin hiç bir şekilde değişmediğini ispat ettiğini söyleyen Sosyalist Parti sözcüsü Eduardo Rihan Cypel, ‘Dieudonné’nin uzun zamandır komedyenler katagorisinde olmadığını, nefrete teşvik profesyoneli’ olduğunu belirtti. Artistler, entellektüeller ve avukatlar için eleştirmenin haktan öte bir görev olduğunun altını çizen ve eleştirme özgürlüğü olmaksızın demokrasinin olmayacağını belirten Paris Barosu avukatlarından Nicolas Gardères ‘politik ve entellektüel anti-Dieudonné fikir birliğinin beni endişelendiren tarafı mizahın, ifade özgürlüğünün ve son tahlilde düşünce özgürlüğünün kısıtlamasıdır’ diye görüş bildirdi.

Fransa’nın Yahudi Öğrencileri Birliği (UEJF-Union des Étudiants Juifs de France) başkanı Sacha Reingewirtz, Dieudonné’nin ırkçıların ve antisemitlerin maskotu olduğunu açıkladı. Dieudonné ve Fransa’da antisemitizmin tırmanışı konusunda BBC’ye söyleşi veren CRIF başkanı Roger Cukierman Patrick Cohen’in Holokostta bulunmadığından üzüntü duyduğunu söylüyor ya da Holokost hiç olmadı, Yahudilerin uydurması diyor. Antisemit olduğunu ispatlamak için daha fazla dinlememe gerek var mı?’ açıklamasını yaptı.

Le Figaro gazetesi ise okuyucularının %70’inin Dieudonné oyunlarının yasaklanmasına karşı oldukları sonucu çıkan bir anket yayınladı, başka bir gazetede bu konudaki yorum şöyleydi: Skeçlerinin birinde Dieudonné izleyicilerini ‘renkli kalem kutusu’na benzetmekte. Yanyana oturup aynı esprilere gülen Arap, zenci, beyaz, banliyö gençleri, göçmen çocukları, solcular, aşırı solcular, aşırı sağcılar, ırkçılar, ırkçı olmayanlar, radikal islamcılar, antisemitler, antisiyonistler komedyenin sisteme karşı çıkmasını alkışlıyor, dozunu arttırdığı provokasyonla insanların zayıf noktalarına hitap ediyor, onların gündelik acılarını rahatlatıyor.’

Mizahçı Stéphane Guillon da katıldığı tv programında şöyle dedi: Başta oldukça akıllı ve komikti. Aramızda en yeteneklisiydi, gerçek bir mizahçıydı. Ama yıllar içinde mizah yerini provokatif, hedef gösteren, kısır döngü içine sıkışmış bir kişiliğe bıraktı. Her 5 dakikada bir Yahudilere karşı bir hakaret var oyunlarında… Sahnede Ilan Halimi’nin katili Youssouf Kofana’yı alkışlattıran bir komedyen olabilir mi? Tabii herşeye gülebiliriz, buna din de dahil, ben de bunun için mücadele veriyorum yıllardır… Gösteri yasaklama taraftarı da değilim ama antisemit görüşlerini açıkladığı miting düzenlemesine karşıyım. Provokasyonları görüş değil, suç. Demokrasinin kuralları vardır, ırksal nefrete davet etmek yasalarımızca yasak. Kanunlarca açıkça yasaklanmış fikirlerin propagandası yapılamaz. Dieudonné’nin antisemitizmi bir ‘business’ olmuştur. Ifade özgürlüğü mü? O zaman ben de yarin çıkıp ‘6 yaşından küçük kızları beğeniyorum, ya da çok fazla zenci var bu dünyada, Rwanda işi tamamlamadı, zenciler maymundur, onlara muz vermek lazım’ diyeyim. Buna ifade özgürlüğü diyemeyiz, insanlara hakaret edemeyiz, insanları nefrete davet edemeyiz.’

9 ocakta Nantes şehrinde başlayacak oyun için mahkeme oynanabilir kararı verirken aynı günün akşamı yüksek mahkeme kararı bozdu ve oyunun oynanamayacağını hükme bağladı. Polemik şimdilik devletin kanunlarını ve değerlerini tehdit edenlere karşı demokrasinin aciz olmadığını göstermek için politik bir mücadele sürdürmek gerektiğini savunan kamu düzeninden sorumlu Içişleri Bakanının galibiyetiyle sonlandı. Konunun komedyene büyük reklam olduğunu savunanlar olsa da ifade özgürlüğünün demokrasinin garantisi ve insan haklarının sınırlarının oldukça geniş olduğu bir ülkede nefret suçlarına karşı sıkı durulması ve caydırıcı tepki verilmesi kayda değer. Diğer yanda ise özgürlüklerin politik, idari veya polis gücüyle kontrolü keyfi sonuçlar da doğurabileceğinden nefret suçlarıyla mücadele ve özgürlüklerin savunulmasında hiç bir gücün yargı kararından üstün olmayacağı da akıldan çıkartılmamalı. 

13 ocak 2014