24 Aralık 2008 Çarşamba

Bir yıl daha bitiyor…


Bir yıl daha bitiyor…

Yine takvimlerimizi değiştirme vakti yaklaşıyor...

Her yıl hep aynı klişeleri söylüyor, diliyor, yazıyoruz; sanki 31 aralık gece yarısı bir mucize olacak veya 1 ocak sabahı yepyeni bir dünyaya yeniden doğacağız. Tabii ki yok öyle bir şey ama nedense hepimize yeni bir başlangıç yapma fikri hoş geliyor...Dün kuzenimin Amerika'dan gönderdiği gastronomi kitapları gibi...

Yeni bir kitabı elinize aldığınızda nefesiniz kesilir mi? Benim evet! Hele o kapağını okşamak, burnuma götürüp kokusunu içime çekmek, sayfalarını çevirirken sesine kulak vermek, varsa fotoğraflarına bakıp hayallere dalmak...

Işte 1 Ocakta yeni ajandamı açtığımda(evet, halen defter olanları kullanıyorum, iflah olmaz bir nostaljiğim çünkü) ve ilk notlarımı yazdığımda benzer duygular hissederim. Sanırım yeni bir sayfa açma fikri hepimizin hoşuna gidiyor. Hele yılın son saatlerinde çözemediğimiz, işin içinden çıkamadığımız sıkıntılardan bir nebze kafamızı kaldırmak, sevdiklerimizle güzel bir sofra etrafında toplanıp hoşbeş etmek, biraz müzik, biraz dans, kafalar dumanlandıkça ve muhabbet koyulaştıkça Türkiye'yi hatta dünyayı kurtarmak...

Hepimizi zor bir yıl bekliyor. Çoğumuz o veya bu şekilde ekonomik gelişmelerden etkileneceğiz. Umuyor ve diliyorum ki içinde bulunduğumuz bu kriz dönemi bir firsat dönemine dönüşsün. Sağlık, hoşgörü, sevgi ve en önemlisi umudumuzu asla yitirmeyelim. Nazım’ın dediği gibi:

Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz,
Işıklı maviliklere…
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler…

2009'da söylenecekler hiç tükenmesin ki çiziktirmeye devam...

18 Aralık 2008 Perşembe

Ağır konular, hafif konular



Insan hakları beyannamesinin üzerinden 60 yıl geçmiş, insan hakları dünyanın gözü önünde tüm ülkelerde çiğneniyor.
Her gün iş yerleri kapanıyor, çalışanlar mecburi izne gönderiliyor, işsizler ordusu artıyor.
Trenler günlerdir grevde, liseliler sokaklarda yeni lise kanuna karşı yürüyor…
Fransa’da iş kurma formalitelerini azaltacak, ekonomiye ivme kazandıracak ve «devrim» sayılabilecek bir kanun çıkartılıyor ama heryerinden kırpıp kırpıp öylesine engeller ekliyorlar ki kimin işine yarayacağı belli değil…
Her hafta evsiz insanlar sokak köşelerinde, ormanlık arazilerde kurdukları derme çatma çadırların içinde ölü bulunuyorlar…
Geçen gün Printemp mağazasının içinde beş tane dinamit bulunuyor, mağaza boşaltılıyor, Paris yetkilileri alışveriş merkezlerinin en sıkı korunan, en güvenli yerler olduğunu beyan ediyor oysa adamlarda terörism nosyonu yok ki! 1995 St Michel olayından bu yana bir şey yaşamadık diye böbürlenip duruyorlar. Üstelik hiç bir yere giriş çıkışta ne üstünü başını, ne çantanı arayan yok, hiç bir güvenlik kontrolü yok.

Bu kadar sıkıntının içinde hiç bir şey yapmak gelmiyor içimden… Bir miskinliktir gidiyor: televizyonlarda her gün noel mucizeleri üzerine kurulan anlamsız filmler, her akşam kapıyı çalıp bahşiş isteyen postacı, itfaiye, kapıcı, kanalizasyoncu, artık sıradanlaşan ışıltılı dükkan vitrinleri, sokak süslemeleri, alışveriş çılgınlığı, bir de “Poule au Pot Henri IV”…

Bu da ne demeyin. Efsane 16. yüzyıla dayanıyor. Fransa’nın gastronomisi ile ünlü sud-ouest(güneybatı)sında Ispanya ile sınır, okyanus ile Pirene dağları arasında kalan bölge Bearn ismini taşır. Bölgenin en önemli şehirlerinden Pau’da doğan Kral Henri IV kendi bölgesinde sıkça hazırlanan bu yemeği şu beyanı ile ünlü kılar: «Krallığımda hiç bir köylü pazar günü sofrasında «poule au pot»’u bulunduramayacak kadar fakir olmamalı.» Kadınlara düşkünlüğü ile de tanınan kralın yılın 52 pazarının her birini ayrı bir metresi ile bu yemeği yiyerek geçirdiği de rivayet edilir! Ve bu yemek, geçen onca yüzyıla rağmen fransız klasikleri arasında yerini korumayı başarır. Bölgede her yıl Henri IV’un doğumgünü olan 13 aralık haftası meydanlarda bu yemek pişirilir, halka dağıtılır, okul, hapishane, hastane ve yaşlılar yurtlarında mutlaka menüye konur. Ekmek içi, tavuk ciğeri& kalbi, maydanoz ve sarmısak ile oluşturulan özel harç tavuğun içine doldurulur, güzelce dikilir ve havuç, soğan(üstüne mutlaka karanfil taneleri batırılmalı), turp, kereviz, lahana gibi kış sebzeleriyle 2-3 saat ağır ateşte pişirilir. Nefis lezzette bir soğuk kış günü tencere yemeği. Denemek isteyenler için tarif ünlü şef Paul Bocuse’den: http://www.bocuse.fr/recettes/ficherecette.asp?id=161

Işte ağır atmosfer içinde hafif konu buna derim ben...

Gastronom arkadaşlarım «ama yemek asla hafife alınmaz» diyecekler bana… Çok doğru ama yemek keyif demektir, keyfiniz yoksa nafile…

Yine de akşam için gidip şu tavuğu tencereye koysam mı??