17 haziran 2015
5 ağustos 1968’de Paris’in şık banliyölerinden
Neuilly-sur-Seine’de doğan Marine iki ablasının ardından ailenin en
küçük çocuğudur. Anne babası 1958 yılında bir gala yemeğinde tanışıp iki
yıl sonra evlenmişlerdir. Babası Jean-Marie siyasal bilimci, annesi
Pierrette şarap ticareti yapan burjuva bir ailenin kızıdır.
Jean-Marie 1972 yılında FN-Front National (Milliyetçi Cephe)
Partisini kurar. Cezayir’de birlikte olduğu arkadaşları, Vichy
savunucuları, neo-Nazi sempatizanları ve tutucu Katoliklerin desteğini
alır. Marine okulda kendisine ‘faşistin kızı’ denmesine alışmak
zorundadır. ‘Bienvenue Dans un Monde Sans Pitié’ (Merhametsiz
Bir Dünyaya Hoşgeldiniz) adlı kitabında okulun ‘merhamet’ yeri
olmadığını eğitim hayatı boyunca bizzat yaşadığını, ne yaptığıyla değil
hep soyadıyla değerlendirildiğini anlatır.
Babanın aşırı uçlardaki söylemleri aileyi 1 Kasım 1976’da ciddi bir
suikastla karşı karşıya bırakır. Paris’in 15. bölgesindeki dairelerine
20 kilo dinamit yerleştirilir, tüm bina çöker, yakındaki 12 apartman da
ciddi zarar görür. Savaş sonrasında yaşanan bu en büyük suikast
girişiminde mucize olarak kimse ölmez, hatta beşinci kattan düşen bebek
bile yaşama tutunur. “Suikastin yarattığı korku çevrenizde öyle bir
duvar örer ki herkes sizden uzak durmak ister. Babam hedef olduğu için
tehlikeli bir adamdı. O andan itibaren bu gerçekle yaşamak zorundaydık.”
Anne Pierrette 1984 yılında eşinin biyografisini yazmakla
görevlendirilen gazeteci Jean Marcilly ile tanışır ve ani bir kararla
evini terkeder. Üç yıl sürecek boşanma davası çok medyatize edilir.
Pierrette “Gururu ve kibiri bana zalim davranmasına neden oldu” diyerek
suçladığı eşinden intikam almak için Playboy dergisine çıplak pozlar
verir, çeşitli basın kuruluşlarında eski eşini ırkçılıkla suçlar. Medya
önünde geçen bu çocukluk ve gençlik yılları Marine’i olumsuz etkiler, 19
yaşında Paris Match’a verdiği söyleşide, “Bir anne gizli bir bahçedir, kamu çöplüğü değildir” diyecek kadar yaralıdır.
Hukuk eğitimi alır, avukat olur. İki kez evlenir, boşanır. 2010
yılından bu yana parti başkan yardımcısı Louis Aliot ile birlikte
yaşamaktadır. İlk evliliğinden 1998’de bir kızı, 1999’da da bir kız-bir
erkek ikizleri doğar. Özel hayatı hakkında çoğunlukla sessiz kalmayı
tercih eder. 1998 yılında avukatlığını rafa kaldırır ve aktif politikaya
atılır. Jean-Marie’nin 2002 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalist
adayı geride bırakıp ikinci tura seçilmesi ülkede şok etkisi yaparken
Marine artık ‘ekibin’ ayrılmaz bir parçasıdır. Yaptığı bir açıklamada “Babamın programından farklı düşündüğüm bir nokta bulamıyorum. Ben de %100 Le Pen’im” der.
Babasının kurduğu ve 40 yıl boyunca başkanı olduğu FN’in 2003 yılında
başkan yardımcılığına, 16 Ocak 2011’de de parti başkanlığına seçilir.
Baba çok mutludur. “Kızımla gurur duyuyorum. Bayrağı Marine’e devrettim, o benden daha hızlı koşuyor!”
diyen Jean-Marie dizginleri kızına devretmiş, onursal başkan olarak
kenara çekilmiştir. O günlerde kamuoyunu meşgul eden soru Marine Le
Pen’in soyadına sadık kalıp babasının ‘daha genç’ versiyonu olarak mı
devam edeceği yoksa farklı bir yol mu izleyeceğidir.
Yıllar akıp
geçmekte, zaman değişmektedir. Marine imajını parlatır, her gün içtiği
60 sigaradan vazgeçer. Kıyafetleri, saçı, giyimi, yaptığı rejim bile
değişir. Bir yanda yeni, genç, dinamik bir profil çizmekte, farklı bir
seçmen kitlesine hitap etmeye çalışmakta, diğer yanda babasının aşırı
ırkçı açıklamalarının yarattığı zehir etkisini azaltmaya çalışmaktadır.
Fransa’yı euro bölgesi ve Schengen’den çıkartma sözleri, İslam ve göçmen
karşıtı duruşu ise devam etmektedir.
Sonun başlangıcı bir yıl önce Jean-Marie’nin ünlü Fransız Yahudi
sanatçı Patrick Bruel’e sataşmasıyla hız kazanır. Fransız futbol
takımındaki siyah oyuncuların fazlalığına atıfta bulunan, Mareşal
Pétain’i savunan, Holokost’u ve gaz odalarını İkinci Dünya Savaşının bir
‘detay’ı olarak nitelendiren Le Pen’in ırkçı nefret söylemleri ve
antisemit yorumları durmak bilmez. Partiye zarar veren ve
‘şeytanlaştıran’ bu gidişe bir dur demek gerekmektedir.
Dört yıl önce çekilmiş bu fotoğraf artık sararmaya başlamıştır.
Baba-kız arasında hedefler değişmekte, politik kırılma ile ailevi
çekişme içiçe geçmektedir. Babanın aşırı söylemleri mi yoksa kızının
hırsı mı kazanacaktır? Jean-Marie parti içinde jüri karşısına
çıkartılır, yaptırım olarak parti onursal başkanlığı askıya alınır. “Böyle
bir şeyi asla beklemezdim. Yaratılan bu kriz politiktir, 40 yıllık
partimin çizgisi değiştirilmek istenmektedir. Büyük bir acı bu benim
için. İsmimi taşıdığı için utanıyorum ama acıma rağmen kızımı
seviyorum.”
Babasıyla yaptığı atışmalar sondajlarda Marine Le Pen’in
popülerliğini azaltmakta, baba-kız arasındaki fırtınanın partinin
imajını olumsuz etkilemesine engel olmak gerekmektedir. Jean-Marie geçen
cuma günü çıktığı yüksek mahkemede parti içinda kendisine karşı alınan
kararın yasal olmadığını ve iptalini talep eder. Parti yönetimi ise bu
konuya son noktayı koymak için statü değişikliğini parti üyelerine
oylatarak onursal başkanlık pozisyonunu iptal etmek istiyor. Önümüzdeki
haftalarda FN’de büyük bir ‘temizlik’ bekleniyor.
87 yaşındaki Jean-Marie’nin politik hayatı kurduğu parti tarafından
mı yoksa kendi kanından kızı tarafından mı sonlandırılacak? Yoksa
tecrübeli politikacı henüz son sözünü söylemedi mi? Jean-Marie Le Pen “Beni partiden ihraç ederse hiç bir zaman iktidara gelemez”
diye kızını tehdit ederken gelecek seçimlerde cumhurbaşkanlığına aday
Marine Le Pen FN’nin babasının malı olmadığını ve son sözü partililerin
söyleyeceğinin altını çiziyor. Kimilerine göre olaylar politik bir
ihanet, kimilerine göre ise Jean-Marie’nin partiden uzaklaştırılması
ince bir ayarla orkestre edildi.
Velhasıl Le Pen’lerin trajedisi henüz bitmedi. Kim haklı, kim haksız,
kim galip gelecek, kim tasfiye edilecek önümüzdeki günler gösterecek
ama bir baba-kızın hazin hikayesi daha uzun süre Fransız politikasını
meşgul etmeye devam edecek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder