Bu ayki Paris Esintisi’nde Avrupa
Futbol Şampiyonası Europe 2016’dan bahsedecektim. Kısa bir özet yapmıştım bile.
Fransa’nın yarı finalde Almanya’yla karşılaşmasından galip çıkması gururları okşamıştı,
kupa için umut vermişti. Paris'te oynanan final maçında ev sahibi Fransa’yı 1-0 yenen Porkekiz şampiyonluğa ulaştı. Bu
yenilgi Fransızları acıttı evet, ama kupayı Portekiz’in kazanmasına sempatiyle
baktılar. Ne de olsa Portekiz küçük bir ülkeydi, daha önce hiç kupayı kazanmamıştı,
yıldız oyuncuları Ronaldo maçın ilk 20 dakikasında sakatlık geçirerek gözyaşları
içinde sedyeyle oyundan ayrılmak zorunda kalmıştı. 109. dakikada Eder’in 25
metreden attığı nefis golle tarihlerinde ilk Avrupa şampiyonluğuna ulaşan
Portekizliler galibiyetlerini Champs Elysées’ye çıkarak kutladılar. Şampiyonluk
sarhoşluğu, aşırı taşkınlıklar olmadan, neşe ve coşkuyla yaşandı.
Maçın ertesi günü işyerlerinde,
kahve molalarında hep maçı konuşup durduk. Galibiyet Fransa’ya bu sefer de
nasip olmadıysa da bütün bir ay boyunca hepimiz futbola doymuştuk. Futbola çok
meraklı olmayanlarımız bile çeyrek final, yarı final, final derken arkadaşlarımızla
toplanıp ya stadlarda, ya cafélerde, ya evlerde televizyon karşısında 90 dakika
kilitlenmiştik. Genç oyuncu Antoine Griezmann gönüllere taht kurmuştu, Dimitri Payet
adından sıkça söz ettirmişti, kaleci Hugo Lloris nefis kurtarışlar yaparak
bolca alkışı hak etmişti.
Şampiyona nedeniyle bir ay
boyunca esnafın da yüzü gülmüştü. Caféler, restoranlar dolup taşmıştı, cirolarını
bir kaç katına katlamışlar, binlerce litre şarap ve bira satışı yapılmıştı. Pizzacılar,
sushiciler bayram etmişlerdi. Uzun süredir iyi iş yapmayan oteller, azıcık
fiatlarını bile arttırıp, tam kapasite çalışmışlardı. Hediyelik eşyacılardan
forma satıcılarına, bayrakçılardan su satanlara milyonlarca euroluk hacim yapılmıştı.
Pazar günkü kupa finalinin ardından Euro 2016 sayfası acısıyla-tatlısıyla kapanmıştı.
Perşembe akşamı Fransa’nın Ulusal Bayramı ‘Bastille Day’ kutlandı. 14 temmuzun
tarihçesi 1789 devrimine dayanıyor. Monarşiyi protesto eden isyancılar, 14 temmuz
1789'da kraliyet yönetimini temsil eden Bastille hapishanesini basmıştı.
Yaşanan çatışma sonucunda bir çok isyancı hayatını kaybetmiş, Kral XVI. Louis
ve Kraliçe Marie Antoniette idam edilmişti. Bu yıl da- her yıl gibi- büyük, küçük
her kasabada, şehirde konserler düzenlendi, kutlamalar yapıldı, havai fişek gösterileri
gerçekleştirildi. Paris’teki kutlama tek kelimeyle muhteşemdi. Nefis bir konserin
ardından dolu dolu 35 dakika havai fişeklerle gökler parladı.
Ama benim içimde sürekli bir
kaygı... ‘Kupa süresince ve bu kutlamada güvenlik önlemleri iyiydi, çok şükür bir
terör olayı olmadı, insanlar biraz huzur buldu, sevindi, yaz tatili artık çoğu
için başlayabilir’ derken BUMMM!! Bu sefer terör
güney Fransa’nın Nice şehrini vurdu! Mohamed Lahouaiej Bouhlel 19 tonluk soğutuculu
kamyonuyla girdi şehre. Sahil şeridindeki Promenade des Anglais’de kutlamalar için
toplanmış halkın üzerine sürdü koca kamyonunu. Hızla gidiyordu, zig zaglar
yaparak ilerliyor, kaldırıma inip çıkıyordu. Saldırıyı düzenleyen kişinin
bugüne kadar ‘radikal’ bir davranışı olmamıştı, polisin terörist kayıtlarında
adı geçmiyordu. Silahlı soygun, hırsızlık ve aile içi şiddet suçları olduğu,
depresif bir karaktere sahip olduğu çıkıyor ortaya daha sonra... 2008 yılında
Tunus’tan Fransa’ya gelmiş, eşinden ayrılmış, üç küçük çocuğu var. Çok kısa bir
zaman zarfında radikalleştiği düşünülüyor. Olaydan 10 gün önce 4 temmuz günü
sahil şeridindeki bir araç kiralama şirketinden kullanacağı kamyonun
rezervasyonunu yapmış, 11 temmuz günü de ‘ölüm aracı’nı kiralamıştı.
Her zaman turist ve yerel
halkla cıvıl cıvıl olan, Nice sahilinden gelen görüntüler içler acısıydı.
Yerlerde onlarca beden, sahildeki restoranların masa örtüleriyle bile örtülü olan
cesetler vardı aralarında. Tatildeki turistler, polis müdürü, antrenör,
aileler, ufacık bir çocuk, yanıbaşında minik oyuncak bebeği... 84 ölü, yüzlerce
yaralı, çoğu ağır yaralı, komada... Yakınlarını arayanlar, çığlıklar, haykırışlar...
Ardından hüzün, üzüntü, tedirginlik, acı... Sadece lanetlemek yetmiyor. Teröre
lojistik ve finansal destek veren devletler/kurumlar olduğu müddetce teröre dur
denilmesi mümkün değil. Olan halka, masum insanlara, gençlere, küçücük çocuklara,
ailelere oluyor. Bugün de kurtardık mı diyelim? Halamın söylediği gibi artık ‘dünya
çıldırdı, eceliyle ölmek lüks oldu’!
Daha 24 saat geçmeden 15 temmuz akşamı, saat 23:00 Radyoda kısa
bir haber duyuyorum: Spiker Türkiye’den ‘karışık
haberler’ geldiğini söylüyor: darbe
girişimi, havaalanları kapatıldı, tanklar sokaklarda, Genel Kurmay kuşatıldı, TBMM
bombalandı, alçak uçan savaş uçakları... Ilerleyen saatlerde sokaklara çıkan
kalabalıklar, kafası kesilen askerler, ölüler, yaralılar, feryadlar, şiddet,
nefret, fanatizm... Kabus mu bu? Bütün geceyi televizyon ve internet başında geçiriyorum,
haberleri izliyor, mesajlara bakıyor, bölük pörçük bilgi parçalarını biraraya
getirmeye, onlardan bir anlam çıkartmaya çalışıyorum. Dehşet içindeyim.
Bir gece önce Nice’e ağlarken
ertesi gün Türkiye için ağlıyorum.
Sözler ne ki? Kimi zaman çok
güçlü, kimi zaman tamamen kifayetsiz...
Dünya yine karardı.
Masumiyetlerimizi
yitiriyoruz her yeni gün....
Çaresizliğime de öfkeleniyorum...
Umutları nasıl canlı
tutacağız ki?
Yüreğim çok ağır, içim nasıl
acıyor...
Paris, 16 temmuz 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder