Courtesy of Ruben Oppheimer
Eylül 2015
Akyarlar sahilinde yüzükoyun uzanmış 3 yaşındaki Kobanili küçük Aylan Kurdi’nin cansız bedeni Avrupalıların vicdanını esir alırken hem sorumluluklarıyla yüzleşmeye çağrı yaptı hem de eksiklerini yüzlerine vurdu. Konunun insani boyutunun devasa ağırlığı altında ezilmişken ‘Avrupa’nın mülteci yükünü üstlenebilecek altyapısı mevcut mudur’ sorusu ne kadar doğrudur?
Doğru değildir, etik değildir, insani değildir ama gerçektir.
Peki, binlerce Iraklı, Suriyeli, Afgan mülteci niye Avrupa’nın kapısını çalıyor? Avrupa Birliğine göre mafya bu insanları boş umutlarla kandırmakta ve tehlikeli yolculuklara teşvik etmekte. Oysa bu binlerce kadın, erkek, çocuk dağlar, denizler, ormanlar, bombalar, yangınlar, engeller aşıyor ve Avrupa kapısında kuyruklar oluşturuyor. Minik Aylan’ın kaderinden kaçabilenler kendilerini şanslı
sayıyor.
Aylan kısacık yaşamında sadece kaos, savaş ve ölüm görmüştü. Bombasız bir hayat için, yıkılmamış, yanmamış bir ev için, okula gidebilmek için, daha iyi bir gelecek için ailesiyle yola çıkmış, yolda abisi ve annesiyle can vermişti. Bir kaç saat içinde binlerce mültecinin sembolü olmuştu. Asrımızın en büyük insanlik trajedilerinden birinin aktörüydü Aylan ve o fotografla yasadışı göç dramının dünya haber manşeti olmuştu.
Avrupa Birliğine ulaşan göçmen sayısı bu yıl geçen yıla göre üç kat arttı.
Araştırmacı François Gemenne’e göre ‘Yaşananlar
hem Avrupa projesi hem Avrupa ideali için büyük bir utanç;mülteci ve göçmen
konularında bir Avrupa politikası olmamasının sonucu. Onurlu ve insani bir
politika formüle edilememesinin, merkezi bir uyum yasası çerçevesinde Avrupa ülkelerinin
anlaşamamasının acı sonu. Bu kriz bir göçmen krizi değil, bir Avrupa krizidir.’
Son
dönemde ekonomik krizden çıkma trendine girmiş Fransa’da mültecilerin iltica
işlemleri kesinleşene dek, ortalama bir yıl, aylık maddi yardım, sağlık
harcamaları, kalacak yer, çocukların okul masrafları üstüste konulduğunda
devlete maliyeti oldukça yüksek. Senaryo hemen hemen her Avrupa ülkesinde benzer. Peki Avrupa üzerine düşeni
yapıyor mu? Hayır. Bugüne dek öncelikle yasadışı göçle mücadeleyi finanse
etmekle uğraştılar. Son 15 yılda Brüksel, yıllık 142 milyar bütçesinin %1’ini
bile bu drama ayırmadı. Son haftalarda Merkel, Hollande ve diğerleri ülkeler
arasında paylaşımın daha adil olması için kotalardan bahsetmekte ama yeni bir
politika üretmemekte. 14 eylülde yapılacak AB toplantısından elle tutulur bir
çözüm programı çıkar mı merakla bekleniyor.
Üstelik Avrupa’nın kimi ülkelerinde devletlerin yabancı düşmanlığı
ayan beyan ortaya çıkmakta. Sorumlu politikacılarin yanısıra kimi ‘küçük’
politik şahsiyetler bu ağır kriz karşısında bile popülist yaklaşımlarından
vazgeçmemekte, bu problemle ilgili verdikleri beyanlarla ırkçılık dalgasını körüklemekte.
Bir kısım medya kanalıyla da korkunun daha da pompalandığı izlenmekte. ‘Dünyanin tüm sefaletini ülkemize buyur edemeyiz’
sloganları medyada döne döne karşımıza çıkmakta. Ülkesine sadece Hristiyan
mültecileri kabul edeceğini söyleyen Slovakya Başbakanının sözlerine kulak
kabartmak yeterli aslında. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Fransa’nın
her ay 1.000 mülteciden iki yıl içinde toplam 24.000 mülteciyi ülkeye kabul edeceğini
açıklamasından sonra toplum ikiye bölündü. Eski cumhurbaşkanı Sarkozy savaştan
kaçanların savaş bitiminde ülkelerine geri dönmeleri şartıyla kabul edilmesini önerdi.
Kimi belediye başkanları bütçeleri olmadığını, kimileri de sadece Hristiyan mültecileri
şehirlerine kabul edeceklerini beyan ettiler. ‘Potansiyel tehlike olabilecek insanları topraklarımızda istemiyoruz. Cihatçı
varlığı tehlikesini önlemek için mültecilerin dinleri bizim için güvencedir’
diyenler oldu. Milliyetçi Cepheye ait belediyeler de ‘herhangi bir yasadışı göçmene ev sahipliği yapmayacaklarının’ altını
çizdiler. Başbakan Valls bu söylemlere sert tepki göstererek ‘Sığınma hakkı evrenseldir. Dinine göre mülteci
seçilmez’ dedi demesine ama kazan kaynamaya devam ediyor.
Ülkelerinden
kaçmak zorunda kalan bu insanların şu anda korunmaya, fırsat verilmeye ve
hayatlarını tekrar inşa etmeye ihtiyaçları var. Kaçtıkları cehennemi yaşamayanların
uzaktan hayal etmesi bile mümkün değil. Üstelik mülteci kabulü iyi yönetilir ve
doğru yönlendirilirse geldikleri ülkeye entegre olmaları, sosyal hayata ve ekonomiye
katkıda bulunmaları sağlanabilir. Herşey karanlık değil. Olmamalı da. Fransa’da
bir çok başarılı entegrasyon örneği mevcut.
Tabii
göçmene sadece hoşgeldin demek yetmiyor. Bu insanları karşılamak için bir bütçe,
bir gelecek oluşturmak için düzgün bir altyapı lazım. Bugün kimi çok adaletsiz,
kimi çok uzun 28 farklı uygulama olan Avrupa’da 20 yıldır yapılamayan gerçek
yapısal bir Avrupa göç politikasının, ortak bir mülteci politikasının zamanı
geldi de geçiyor artık. Avrupa Komisyonuna bağlı merkezi bir organ çalışmaları
düşünülmeli, özellikle insan gücüne ihtiyacı olan ülkelerde imkanlar daha iyi
değerlendirilmeli.
PTB
(Parti du Travail de Belgique) direktörü David Pestieau ise olaya farklı yaklaşmakta:
‘Bizim başlatmaya veya büyütmeye yardımcı
olduğumuz savaşların yan sonuçlarıdır bugün gözümüzün önündeki bu mülteci
krizi. Bu insanlar bizim savaşlarımızın gecikmeli aynalarıdır. Dış politikalarımızı
acilen yeniden gözden geçirmeliyiz. Bölgeye gönderilen tüm silahların ihracatı
durdurulmalı. Bugün yapmamız gereken bölgede barış ve istikrarı sağlamaktır ki
Aylan’lar ölmesin, insanlar yurtlarını terketmesin.’
Paris
Belediyesi de son üç ayda 1.450 kişinin karşılanması, barınması ve sağlık
kontrollerinden geçirilmesi için kolları sıvadı. Fransızlarda hayran olduğum özellik
hemen sivil toplum kuruluşları sorunları sahipleniyor. Kurulan
‘jemengage.paris’ derneği sayesinde gönüllüler malzeme toplama ve dağıtmaya,
hukuki danışmanlık yapmaya, mültecilere fransızca öğretmeye, idari işlerde tercüme
yapmaya, lojistik destek vermeye, sosyal, kültürel ve sportif inisyatifler
almaya başladılar bile…
500
milyon Avrupalının bu yıl gelebilecek 500.000 mülteciyi entegre etmesi o kadar
imkansız mi? Acilen gerçekçi projeler üretilemez mi? Insan nerede doğarsa
doğsun yaşam hakkına sahip olmalı. Büyüme, okuma, çalışma, sevme, sevilme,
insan gibi yaşama hakkı… Aylan Kurdi ve daha binlercesinin maalesef bu hakkı
olmadı.
Ya diğerlerinin?
Ya diğerlerinin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder