Wikipedia der ki ‘şehir parkları doğal yaşamın korunması,
halkın hoşça vakit geçirmesi, gezmesi, dinlenmesi amacıyla ağaçlandırılıp,
çiçeklendirilerek düzenlenen ve özellikle yoğun ve çarpık yapılaşmaya uğrayan
kentlerin içinde temiz hava alınabilecek yeşil alanlardır’. Parklar şehrin
tarihini yansıtır, geçmişine ait bir çok hikaye anlatır, bireylerin anılarına ev sahipliği yapar, üstelik şehre
verilen değeri simgeler.
Paris’in nüfusu 2,2 milyon, yüzölçümü 105 km². Avrupa’nın nüfus yoğunluğu en yüksek ve yeşil alanı en
düşük başkenti. Kişi başına düşen yeşil alan 14,5 m2.
Amsterdam’da bu rakam 36, Londra’da 45, Brüksel’de 59 m2. Bu oldukça
yoğun kentsel dokuya rağmen Paris’te 450 civarında park mevcut. Sadece iki büyük şehir ormanının alanı 1841 hektar; üzerine 16 park, 137 bahçe,
274 meydan, promenade, esplanade derken toplam 2.394 hektar yeşil alan.
Kimisi 17.yüzyıla dayanan Paris parkları Renoir, Manet, Pissaro
gibi empresyonist ressamlara ilham kaynağı olmuştur. Paris halkı
hem çok sever hem çok gurur duyar parklarıyla… Patikalar, asırlık ağaçlar,
heykeller, çiçek bahçeleri, havuzlar, fiskiyeler, budanarak geometrik şekiller verilen
çalılarla Paris parkları şıklığın, artistik peyzaj
mimarisinin ve çoğunlukla simetrinin simgesidir.
Bu parklarda Parisliler ve şehri
ziyaret edenler buluşur, muhabbet eder, soluklanır, yürüyüş yapar, spor etkinliklerine
katılır, güneşlenir, kitap okur, köpeğini gezdirir, satranç oynar, bisikletle
gezer, festivaller, gösteriler düzenlenir, protestolar için
meydanlara doluşulur. Parisliler özellikle pazar günleri parklara akın
eder. Hele bir de güneşi görmüşlerse çimenlere yayılırlar; plajdaymışçasına
sere serpe güneşlenen bikinili kızları görmek hiç şaşırtıcı değildir. Kimse
kimseye yan gözle bakmaz, kimse üzerine vazife olmayana karışmaz. Yüksek tonda
konuşmalar olmaz, kimse başkasını rahatsız edecek şekilde bağırıp çağırmaz, müziği
sonuna kadar açmaz, ateş yakıp mangal yapmaz.
Şehrin batısındaki
Bois du Boulogne, Londra’daki Hyde
Park esas alınarak III.Napoleon tarafından 1852 yılında yaptırılmıştır, içinde dillere destan
gül bahçesi Bagatelle ilkbaharda Gül Festivalinde ziyaretçi akınına uğrar. 1860’da
yaptırılan sehrin doğusundaki Bois de Vincennes, Vincennes Şatosu ve Parc Floral’i barındırır.
Paris’in en eski Botanik
Parkı Jardin des Plantes 1626’de tıbbi amaçlı bitki yetiştirmek için kurulmuş, bugün
içinde ayrıca Botanik Okulu ve Doğal Tarih Müzesi bulunur. Eyfel Kulesini çevreleyen, Seine nehrinden Askeri Okula uzanan Champs de Mars’da her yıl 14 temmuzda Cumhuriyet
Pikniği, konser ve havai fişeklerle kutlanan Özgürlük Bayramında binlerce katılımcıya
ev sahipliği yapar. Her yıl 21 haziranda kutlanan Müzik Bayramında parklar çeşitli
namelerle hayat bulur. Caz Konserleri için yaz aylarında Parc Floral girişinde uzun kuyruklar oluşur. Montparnasse tren
istasyonunun raylarının tepesine kurulmuş Atlantik
Parkı gizli bir vahadır sanki, hiç aklınıza gelmeyecek bir yerde, dingin, huzur
verici… Louvre Müzesi ile Concorde meydanı arasındaki Tuileries Bahçeleri 1664 yılında ünlü
peyzaj mimarı André Le Nôtre tarafından düzenlenmiştir. Kral XIV.Louis tarafından
ilk kez halka açılan(Avrupa şehirlerinin parkları çoğunlukla geçmişte saray bahçesi
olup zaman içinde kamuya açılmış alanlardır) Paris’in en ihtişamlı bahçelerinden
Tuileries, gösterişli bahçe düzenlemesi, yürüyüş alanları, caféleri, çeşmeleri,
havuzu ve heykelleri ile şehre nefes vermeyi sürdürmekte. Kardinal Richelieu
tarafından 1630’da yaptırılan Palais
Royal Bahçeleri ile Place des Vosges
yaz aylarında Ayışığında Sinema gösterimlerinin yapıldığı, beyaz kolalı örtü ve
kristal şarap kadehleriyle piknik yapanların tercih ettiği en şık parklardandır.
Parc de la Villette içinde barındırdığı
10 farklı tematik park, Bilim Müzesi, üç boyut ekranlı Géode sineması ile hem
gençlerin hem çocuklu ailelerin favorisidir. Eski fabrikaların
yerine kurulan Parc André Citroën, içinde
küçük bir üzüm bağı bulunan Parc de
Bercy daha yeni nesil parklardır. Parc
des Buttes-Chaumont 32 m yüksekliğinde şelalesi ve ‘intihar köprüsü’ ile
ilgi çekicidir. Parc Georges Brassens braille alfabesiyle hazırlanan etiketleriyle görme
engellilerin cennetidir.
Benim tercihim
mi? Sorbonne Üniversitesi yakınlarındaki romantik Lüksemburg Bahçesi. Adını ait
olduğu Lüksemburg Dükünden alan, Barok tarzı Médicis Çeşmesi
ile ünlü parkta geçen gün gazetemi okurken küçük gölde
uzaktan kumandalı yekenlileriyle yarış yapan çocukları izledim. Köşede gitarlarıyla
müzik yapan gençlere ve onları dinleyenlere kaydı
gözlerim sonra... Koşan bir grup sporcu geçti önümden… Diğer bir köşede
satranç oynayan emeklileri gördüm. Fotograf çeken turistleri, portrelerini çizdirenleri
izledim. Çimenlerin üzerinde piknik yapan Paris’lilerin şen
şakrak sesleri yankılandı kulağımda… Minik bebeğini uyutmaya çalışan genç anne,
oğluyla top oynayan baba, torununa dondurma alan büyükanne, öğle
tatilinde sandviçini yiyen memur, kitap okuyan yaşlı bey aynı metrekareyi paylaşıyordu.
Parkın banklarında öpüşen ikinci baharında bir çift
mutluydu, aşkın yaşının olmadığını ispatlıyorlardı sanki... Hak ve özgürlükleri
için asırlar önce mücadele vermiş bir neslin torunlarıydı onlar… Demokrasilerine
güveniyorlardı. Bu gece sıcak yataklarında yatacaklar, yarın parklarına geri döndüklerinde
parka giren buldozerler, sökülen ağaçlar görmeyecekler. Çoğu 400 yıllık
onlarca park gururla zamana direnmeye ve Paris’e değer katmaya, Parislileri yeşille
buluşturmaya devam edecek.
Günlerdir çok
derin bir hüzün ve endişe ile takip ettiğim Gezi Parkı olaylarını düşündüm. Çadırlarda
nöbet değişimi yapan Gezi gençlerini, tencere-tavalarıyla seslerini duyurmaya çalışan
ev kadınlarını, oyuncak toma’sını polise doğru sallayan bayrağımızı omuzlarına
sarmış ‘en küçük gösterici’yi, polise kandil simidi dağıtan esnafı, köpeğinin gazdan
yanan gözlerini temizleyen kızı, Çapulcu Kütüphanesini, tüp gazındaki kaçağı
kibritle kontrol eden nesli, Kardeş Türküler’in ‘Tencere Tava Havası’nı, Boğaziçi
Korosunun ‘eylemci misin vay vay’ını, meydanda saatlerce piyano çalan müzisyeni,
yüzbinlerin çığlığını düşündüm. Içim umutla doldu ama gözyaşlarıma engel olamadım.
‘Büyük
bir tutkuyla sevdiğim güzel ve yalnız ülkem’e ağladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder