Tarih 12 ağustos
1954. Fransa’nın Normandiya bölgesindeki Rouen şehrinde mutlu bir aile. Anne
fabrikada sosyal hizmetli Nicole, baba KBB doktoru Georges ve abi Philippe küçük
François’nın aileye katılmasını kutlar. François akıllı, uslu, kaprizsiz, yemek
sorunu olmayan, her anne-babanın arzu duyduğu sevecen bir çocuktur. Okul yıllarında
başarılı ve çalışkandır. Sol eğilimli annesi ve aşırı sağcı babası sayesinde evde
politika her zaman gündemdedir. Annesinin sevgi dolu tutumu ve babasının hayata
karşı karamsar tarzı François’nın geleceğe inanan iyimser bir kişilik geliştirmesini
sağlar.
Aile 1968 yılında
Paris yakınlarındaki şık burjuva banliyölerden Neuilly’ye taşınır. François
Pasteur Lisesine devam eder. 1970’ler sinemada Italyan filmlerine ve müzikte özellikle
Léo Ferré’nin
sözlerine tutkun olduğu yıllardır. 1971’de hayran olduğu adaşı François (Mitterrand)
Sosyalist Partinin başına geçer. Genç François henüz 17 yaşındadır ama politikayla
içiçe bir öğrencidir, anarşist ruhlu ya da devrimci değildir ama politika sadece geçici bir tutku da değildir;
tüm hayatını şekillendirecektir.
Fransa’nın en
prestijli okullarından HEC ve Sciences Po’da okur. Askerlik başvurusu miyopluğu
nedeniyle reddedilir. Oysa François kolay pes etmeyen, ısrarcı bir gençtir, askere
kabul edilmeyi başarır. Dönüşünde eğitim hayatını ENA[1]’da sürdürür.
Insanları biraraya getirmekte oldukça başarılıdır. Öğrenci delegeliği, sendika
başkanlığı yapar. Aynı yıllar duygusal yaşamında da romantik yıllardır; okul
arkadaşı Ségolène ile genç, modern, burjuva bir çift oluştururlar. 2’si kız,
2’si erkek dört çocukları olur. 1980 cumhurbaşkanlık seçimlerinde her ikisi de
Mitterrand’ın kampanyasına destek verir, Jacques Attali’nin tavsiyesi ile Elysée Sarayına
danışman olurlar.
1981 yılında Corrèze
bölgesinde dönemin Paris Belediye Başkanı Jacques
Chirac’a karşı milletvekili seçimlerine aday olur. Henüz 27 yaşında kimsenin
ciddiye almadığı bu gencin Chirac’a meydan okuması açık bir provokasyondur. Seçimleri
kaybeder ama yedi yıl boyunca mücadelesini sürdürür ve 1988’de bölgeden
milletvekili seçilir. Ségolène de milletvekili seçilmiş, 1992’de Çevre Bakanı da
olmuştur. Mitterrand, François’ya ‘size
de sıra gelecek’ der, sabırlı olmasını
ister.
Yıllar
birbirini kovalar. 1997’de Sosyalist Parti başkanı Lionel Jospin başbakan
olunca partinin boşalan başkanlığına geçer ve 11 yıl gibi rekor bir süre partiyi
yönetir. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hayat arkadaşı Ségolène Royal’i başkanlık
yarışında destekler. Kişisel yollar ve hırslar
30 yıllık beraberliğin ardından çifti çoktan ayırmıştır ama politikada oyunu
kuralına göre oynamak gerekir. Royal Sarkozy’ye karşı cumhurbaşkanlığı seçimlerini
kaybeder.
Artık bir yol
ayırımındadır. Ségolène’den ayrılır, Sosyalist Parti başkanlığını bırakır, özel
hayatında gazeteci Valérie Trierweiler vardır. 15 kilo verir, gözlük modelinden
giyim-kuşamına ‘look’ değiştirir. O’na insanları sevmeyi, empati duymayı ve ‘yararlı
olma tutkusu’nu aşılayan çok sevdiği annesini 2009’da kaybetmek büyük bir şok,
büyük bir hüzündür. Çift yazı Ispanya’da geçirir. Dönüşlerinde Paris’teki yeni
evlerinin dekorasyonu, banliyödeki
evlerinin bahçe işleriyle ilgilenir, haftasonları uzun bisiklet turları yapar, futbol
izler. Hayat durgunlaşmıştır, içinde büyük bir boşluk vardır. Uzun
muhabbetlerine Valérie son noktayı koyar: ‘En
iyi olduğunu düşünüyorsan bu işe soyunacaksın. Yok, senden daha iyisi var diye
düşünüyorsan vazgeçeceksin.’ Karar verilmiştir, 2012 cumhurbaşkalığı seçimlerine
Sosyalist Parti içinde aday olacaktır.
Partisinde
bile ciddiye alınmaz, çevresinde onu destekleyen pek kimse yoktur. Üstelik
parti içindeki rakibi herhangi biri değildir. Karşısında sondajların ‘Sarkozy’yi yenebilecek tek aday’ dediği
eski ekonomi bakanı ve IMF başkanı, çok daha tecrübeli, çok daha karizmatik bir
adam vardır ama kader ağlarını örmektedir. Dominique Strauss-Kahn’ın New
York’daki otel odasında yaşadığı skandal François’nin en tehlikeli rakibini
arenadan siler. 2011 ekiminde halk oylamasıyla Martine Aubry’ye karşı parti içi
seçimleri kazanır ve Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı resmi adayı seçilir.
‘François küçükken hep ‘ben büyüyünce
cumhurbaşkanı olacağım’ derdi, biz de güler geçerdik.’ diye kendisiyle yapılan
bir röportajda anılarını anlatan, derinden bağlı olduğu annesi maalesef o günü
göremez ama Sarkozy’nin ‘bir hiç’ diye ciddiye almadığı François Hollande 6 mayıs
2012 günü Fransa Cumhurbaşkanı seçilir.
Tüm seçim kampanyası boyunca
kendisini Monsieur Tout-le-monde (halkın içinden ‘normal adam’) diye tanımlayan
Hollande donanımlı, sempatik, iyimser, neşeli, dostluğa ve sadakate çok değer
veren, dinlemeyi bilen, halkla içiçe, asla vazgeçmeyip tekrar deneyen, hayatta
hiç birşeyi aceleye getirmeyip zamanı iyi kullanmayı tercih eden, önemli bir
konuyu bile bir espriyle sulandırıp vakit kazanan bir adam olarak değerlendiriliyor.
‘Normal adam’ın gölgesinde kalmayı tercih eden ama hep yanında olan Valérie
Trierweiler de ‘O’nda gördüğünüz herşey
gerçek ve doğal; saklı-gizli bir Hollande yok’ diye tanımlıyor hayat arkadaşını…
Hollande politik
hayatının başladığı kırsal Fransa’nın 15.000 nüfuslu Tulle kasabasında 6 mayıs
akşamı yaptığı ilk teşekkür konuşmasında ‘bir
gün bu seçimi hayal eder miydiniz sorusuna evet ederdim’ der. Bölgenin ünlü
akordeonları eşliğinde ‘La Vie en Rose’[2] şarkısıyla sevgilisinin kollarında zaferinin
tadını çıkartır. Paris’in Bastille meydanına vardığında saatler gece yarısını çoktan
geçmiştir. Kendisini saatlerdir bekleyen kalabalık halkı selamlayan Hollande yıllardır
süren acıları ve yaraları sarmaya, ülkeyi
tamir etmeye ve halkı biraraya getirmeye sözverir. Fransızlara ‘yeni bir
umut’ olarak 15 mayıs günü devir teslim töreni ile ülkenin en üst politik mertebesine
yerleşir.
Kendisiyle yapılan
röportajda ‘yaptığınız değil, bundan
sonra yapacaklarınız önemlidir’ diyen Elysée’nin bu yeni kiracısını hem ülke
hem dünya çapında çok zor günler bekliyor. Önce haziran ayında meclis seçimlerinde
çoğunluğu sağlamaya çalışacak hükümeti kuracak. Seçim meydanlarında söz verdiği
‘Değişim zamanı şimdi’ sloganına
uygun ülkenin derin sorunlarını çözebilecek, işsizliğin önünü kesebilecek,
ekonomiyi tekrar canlandırabilecek, Avrupa’da ağırlığını koyabilecek mi? Bunların
hepsini önümüzdeki beş yıl içinde göreceğiz.
Yazi 16.05.2012 tarihli Salom gazetesinde yayimlanmistir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder