Bazı insanlar vardır, bulundukları odaya girdiğinizde onlarca insan
arasında fark edilirler, mıknatıs gibi sizi kendilerine çekerler. Gözlerindeki
pırıltı, konuşmalarındaki bağlayıcılık, ortama hakimiyet, kendilerine özgü
karizma. Sayın Nesim Fintz’le ilk karşılaşmamda bu gerçek Istanbul
beyefendisinin tarzından oldukça etkilenmiştim. Paris Başkonsolosu Sayın Uğur
Arıner’in onuruna verdiği resepsiyonda ‘Galatasaray Lisesinin yetiştirdiği ve
Fransa’ya gönderdiği en iyi beyinlerden biri’ diye nitelendirdiği Nesim Fintz
yaptığı konuşmasını şöyle noktalamıştı: ‘Bugün
Fransa’ya aşık bir Türk ve Türkiye’ye aşık bir Fransız olmaktan çok mutluyum.
Bu çifte kültür, bu çifte aşk, doğuyla batı arasındaki bu güçlü ilişki, Boğazı
birleştiren köprü gibi yıkılmaz gönül bağı, sadece köklerimin değil aynı
zamanda yaşama nedenim ve insana inancımın da temelidir.’
Mükemmelliyetçilik, yenilikçilik, hümanizm ve laiklik değerleriyle bütünleşmiş
bu eğitimciyi sizlere tanıtmak istiyorum.
Nesim Hocam özgeçmişinizden başlayalım.
1969 Galatasaray Lisesi
mezunuyum. 1968 yılında General Charles de Gaulle Türkiye’yi ziyareti sırasında
Türk öğrencilere Fransız hükümeti tarafından burs verileceğini açıklar. Bu
bursu alan ilk öğrencilerin arasında 1969’da Fransa’ya geldim. ESSEC[1]’den
1975 yılında mezun oldum, ardından uygulamalı matematik doktorası yaptım. EDHEC[2]’de
1977’den 1983’e hem hocalık hem departman müdürlüğü yaptım.
1983 yılında EISTI[3] Yüksek Mühendislik okulunu kurdunuz ve genel müdürlüğünü
sürdürüyorsunuz. Okul kurma fikri nasıl oluştu?
Hocalığım sırasında bir finans
dersine girmiştim. Öğrencilerin bana karşı son derece aşağılayıcı bir tutumları
vardı. Taa ki hiç yeri değilken bir stokastik diferansiyel denklemi yazıp
çözümünü gösterdim. ‘Bu adam matematikçiymiş, güvenebiliriz’ dediler. O dönemde
mühendislik öğrencileri management öğrencilerine bakkal, onlar da mühendislere
Profesör Nimbus veya teknisyen derlerdi. Okulu kurma nedenim bu iki nüfus
arasında iletişimi sağlamaktı. 1983’de hem prepa
dediğimiz lise sonrası iki yıllık eğitim, hem de mühendisler için bir
management bölümü açtık. 1989’da devlet tarafından tanınan okulumuzda Commission des Titres d'Ingénieurs
(CTI)’den geçip yüksek mühendislik diploması vermeye başladık. 4 yıldır da bir
değil iki mühendislik diploması veriyoruz, génie
informatique veya génie mathématique(uygulamalı
bilgisayar/matematik). Sınava giren ortalama 16.000 öğrenciden biz 100 kişi
alırız. Okulun birinci yılı ortak müfredattır, herkes aynı şeyi okur. Ikinci ve
üçüncü yıllar ya bilgisayar ya matematrik seçip ona uygun diploma alırlar.
Türkiye’de anlaşılması açısından, çünkü sistemler biraz farklı, Fransa’daki
eğitim sistemini biraz açabilir miyiz?
Türkiye’de eskiden olgunluk sınavı
vardı, ne senin ne benim dönemime denk gelmedi ama bu sınav aynı zamanda üniversiteye
giriş sınavı kabul edilirdi. Fransa’da bu sistem devam etmekte çünkü bütün
akademilerin tek BAC sistemi var. BAC hem lise bitirme hem üniversiteye giriş
sınavı anlamında. BAC’ı alan kişi, eğer üniversiteye devam edecekse BAC’ın
cinsine göre, yani fen BAC’ı almışsa bütün fen üniversiteleri arasında seçim
yapabilir. Türkiye’den farklı olarak Fransa’da istediğiniz üniversiteye girme
şansınız var.
Fransa’da üniversiteler devlet ve özel diye ikiye mi ayrılıyor?
Hayır, Fransa’da tüm
üniversiteler devlet üniversitesidir. Üniversitelerin yanısıra bizimkisi gibi Grandes Ecoles’ler(Yüksek Okullar) var
ki mutlaka sınavla öğrenci alır. Bu okullara ya BAC ertesi ya da BAC+2’den
sonra farklı sınavlarla öğrenci alınır. Türkiye’de yüksek okullar üniversitenin
altındayken burada üstündedir.
Yüksek okul açmak deyince oldukça ciddi bir proje. Üstelik Cergy-Pontoise’daki
ilk kampüsün ardından 2003 yılında 1.000 km uzaklıktaki Pau şehrinde de ikinci
bir kampüs açtınız. Finansal açıdan işlerin nasıl yürüdüğünü merak ediyorum.
Buradaki özel yüksek okullar Türkiye’deki
vakıf okullarına denk düşer, kar amacı olmayan kurumlardır. Fikir vermesi
açısından 11 milyon euro’luk okul bütçesinin ortalama yarısı öğrenci aidatları,
diğer yarısı devlet, şirket, yerel idare desteği ve yaptığımız ortak
araştırmaların karşılığıdır. EISTI bugün vakıf yüksek mühendislik okulları
arasında Fransa’da iki numaradır. Yerel
idareler hem yüksek eğitime önem verirler hem de kendi imajları için böyle
okullara gereksinim duyarlar. Şirketlerle işbirliğimiz ‘win-win’(kazan-kazan) prensibine dayanır. Biz öğrenci
yetiştiriyoruz, onlar da en iyilerini almak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Okul bünyesinde kürsülerimizi şirketlere satar, her kürsüden yılda 200.000 euro
tahsil ederiz. Şirketlerin yöneticileri/yüksek mühendisleri bu kürsülerde ders
verir, o kürsülerden çıkacak en iyi öğrencileri de alma öncelikleri olur. 8.400
m2’lik Cergy kampüsümüz yerel idareye ait, biz sembolik olarak yılda
1 euro kira öderiz. Pau’nun belediye başkanı bir klasman raporunda okulumuzun
başarısını görünce, fizibilite de olumlu çıkınca ikinci kampüsü orada kurduk.
Pau’da bir ilke de imza attık, komisyon bir okula iki ayrı kampüste aynı
diplomayı verme hakkı tanıdı.
Öğrenci ve öğretmen sayısını öğrenelim.
Yüksek mühendislik programında
1.000 öğrencimiz var. 55 civarında daimi hocamız, 200’e yakın conférencier
dediğimiz modül bazında çalışan arkadaşlarımız var. Mastère spécialisé (BAC+6) programlarımız business intelligence, ‘kanuni casusluk’
intelligence economique, yerel
idarelerin yangın, deprem, sel vs. risklerinin idaresi (gestion des risques sur les territoires) için ENA[4] ile
birlikte öğrenci yetiştiririz. Bu programlarda sırasıyla Fransa birincisi,
ikincisi ve üçüncüsüyüz. Gelecek yıl finance
quantitative et gestion de risque üzerine, eğitimin %100
ingilizce yapılacağı yeni bir program açacağız. Bu arada başka management okullarıyla
ve ESSEC’le işbirliğimiz var; Fransa’da çift diplomanın en çok verildiği
okullardan biriyiz, iki okul arasında üç yıl yerine dört yıl okuyarak çift
diploma alan öğrencilerimiz var.
Okulunuzla ilgilenebilecek Türk öğrenciler için sormak istiyorum,
yabancı öğrenciniz var mı? Eğitim fransızca mı?
%20 yabancı öğrencimiz var. Fransızca
bilmeleri şart çünkü fransızca hazırlık sınıfımız yok. Tabii hem Türkiye’den gelen hem de Fransa’da
doğmuş Türk öğrencilerimiz var.
Mezunlarınızın en çok talep edildikleri sahalar neler?
Mali ve danışmanlık şirketleri, finans
mühendisliği, borsa, business
intelligence, cloud computing, 3I(image,
integration, insertion) alanları, tibbi görüntüleme ve bilgisayar
oyunları sektörlerinde çalışıyorlar.
Size göre iyi bir mühendis nasıl olmalıdır?
Iyi bir mühendis herşeyden önce bir orkestra şefidir. Orkestra
şefinin öncelikle bir enstrümanı iyi çalması gerekir. Hem teknik bilgisi
kuvvetli olmalı hem bütçesini aşmamak için mutlaka management bilmeli. Fransız
mühendisi Avrupa’nın/dünyanın en iyilerindendir çünkü hangi mühendislik okulu
olursa olsun temel management bilgisi mutlaka verilir. Üçüncüsü bir mühendisin
insan ilişkileri çok iyi olmalıdır, projeyi gerek müşteriye gerek bir üstüne
satabilmek için communication(iletişim) bilgisi
şart.
Yıllardır gençlerle içiçesiniz. Bir eğitimci olarak bugünün gençliği
hakkında gözlemleriniz neler?
Kendi öğrenciliğim dersen nuh nebi
zamanına döner gibi oluyorum! Bizler çalışkandık, hayattan çok şey bekliyorduk
ama hazırlopçu değildik. Bugün gençlikte
bir moral bozukluğu görüyorum, gelecek endişeleri var. Bu endişe bizde
yoktu. Günümüzde iyi diplomaların olursa, çalışmayı seven ve açık ufuklu bir
insansan iş bulma imkanın var. Ikincisi, diyeceksin Sokrat zamanından beri
herkes söylüyor ama, yeni nesil bizim nesile göre daha az edepli. Biz örneğin
Genel Müdürümüz odaya girdiğinde ne olursa olsun refleks olarak ayağa
kalkardık. Bu refleksler artık kayboluyor, bunlara ihtiyar refleksleri diyor
gençler… Bizim zamanımızda bir insan bir şirkete girdiği zaman o şirkette
hayatını geçirebilirdi. Bugün mezunlarıma ‘hayatta hiç değilse 4-5 şirket, 2-3
iş alanı değiştireceksin’ diyoruz. Gençlerin ufkunun açık olması lazım. Tabii
ki internetin yararı var, biz araştırma yaptığımızda kütüphanelere giderdik,
kitap karıştırırdık şimdi çok daha fazla bilgi bulunabiliyor ama hangisinin
doğru hangisinin yanlış olduğuna dikkat etmek lazım. Kişilerin kendilerinden
birşeyler katmaları lazım, gençlik bunu pek yapmıyor. Sadece okuduklarını,
öğrendiklerini tekrarlamaları yeterli değil. Diğer yanda bu çocuklar bizden
daha zorlu bir hayat mücadelesine çıkıyorlar. Bizim neslimiz bu çocukların
ekmeğini çok yedi. Günümüzde devlet borçlarını görüyoruz, bu borçlar bir
sonraki nesillerin sırtına yüklenmiştir. Biz de hatalıyız gibi geliyor; bugünkü
nesli eleştirmek için baştan insanın kendini eleştirmesi gerekir çünkü bu
çocuklar bizim çocuklarımız! Gene de ben bu gençliği seviyorum, gelecekleri
için çok iyimserim.
Bu ay seçimler var. Gündemde olan gençlerin işsizlik oranının genel
ortalamanın üstünde olduğu, quartier défavorisé[5]’lerde
yetişenlerin eşit fırsata sahip olmamaları konularında görüşleriniz?
Insanların oturdukları yer, ten rengi,
diniyle ayrımcılığa uğramalarını kabul edemem ama ABD’den dünyaya yayılan
pozitif ayrımcılığa da inanmıyorum. Tamamen cumhuriyetçi bir meritokrasinin
insanıyım. Şöyle ki insan birşeye iyicene sarılabiliyorsa bunu başarmaması için
hiç bir sebep yok. Fransa’da %10 top kategori var ki bu çocukların ailevi
durumu ne olursa olsun, anne-baba işsiz, fakir-fukara, alkolik olsun, bu %10’a
Fransa yetişme ve en iyi yere ulaşma imkanı tanıyor. %10 kafası çalışmayan
insan var, babası Rothschild
olsa fayda etmez, sadece baba parası yer. %80 kitle için anne-babanın görgüsü,
bilgisi, vereceği tavsiyeler çok önemli. Bunun zor bölgelerle tabii ki alakası
var. Ama anlayamadığım şey II. Dünya Savaşından önce olsun, sonra olsun
Fransa’ya gelen orta Avrupa’lı Yahudiler az mı mağdurdular? O adamlar ne
yaptılar? Ilk hedefleri çocuklarını
eğitmekti. Bu bir felsefedir. Tabii ki paran varsa, kendin eğitimliysen daha
iyi yaparsın ama şart değil.
Aralık 2011’de çok prestijli bir göreve, l'UGEI(Union des grandes écoles indépendantes)[6]’nın başkanlığına
seçildiniz, tebrikler.
Yüksek okullar devlet ve özel
diye ikiye ayrılır dedik ya özelleri de katolik ve laik olarak ikiye ayrılır.
Benim seçildiğim özel laik vakıf yüksekokulları başkanlığı. 25 okul, 30.000
öğrenci, 160.000 mezun, Katolik okulları birliğinden büyük bir oluşum bu.
Sorumluluğum tüm bu okulların politikalarını yönlendirmek, devletle olan tüm
ilişkileri sürdürmek. Hedeflerimden biri de laik ve katolik tüm vakıf
okullarını birleştirip bir konfederasyon oluşturmak.
Türkiye’de Kültür Bakanlığı, Fransa’da da hem l'Ordre National du Mérite hem Palmes académiques’de ‘chevalier’likle ödüllendirildiniz.
Bu başarıların altında sıradışı bir kişilik yatıyor mutlaka.
Sıradışı kişiliği unutun. Önemli olan şu dünyada herşeyin geçici
olduğunu öğrenmek. Bir insana veya bir topluma bir şey vermişseniz onu hiç
kimse sizin aktif hanenizden geri alamaz. En iyi verilebilen şey ise
eğitimdir. Parayı, ziyneti verirsin, adam harcar, ama en güzel, en kalıcı
armağan o adamı eğitmektir. Eğitim altın bileziktir. Bugün dünya çok ufaldı,
neredeyse bir ilçe boyutuna indi. Herkes herşeyi biliyor! Haliyle bu durumda
yapacağınız şeyleri sadece kendi ülkenizle sınırlamayacaksınız, çünkü
bulunduğunuz şirkette hintli de olacak, çinli de, brezilyalı da, fransız da.
Demek ki yarışmalar da sadece ufak bir kitle içinde yapılmıyor. Kazanabilmek için ‘aklı hür, vicdanı hür’
denir ya, ben vicdanına karışamam, ama aklının hür olduğu, bilimsel bakış
açısıyla yetiştirilmiş bir gençlik çok önemli. Bizim şimdi dünyanın dört
köşesinde 3.500 yüksek mühendisimiz dolaşıyor. Bu adamlar bir gün, benim
deliliğimden yararlanarak açtığım bu okula girmişler ve buradan mezun olmuşlar.
Bu benim için çok önemli, kimse bunu benim elimden alamaz.
Sizi tanıyanlar Nesim Fintz eşittir eğitime adanmış bir hayat diyorlar.
Size hayatınızın en büyük başarısı nedir desem?
Sağolsunlar. Tabii ki 30 yıldır okulum,
varoluşumda temel bir rol oynuyor. Ama benim için hayatımın en büyük başarısı
ailemdir, eşimdir, 4 oğlumdur, torunlarımdır.
Ve sağolsun eşimle birlikte çocuklarımıza vermeye çalıştığımız eğitim çok
önemli. Ardından çocukların yaşamının akışı hem kendilerine hem de isterseniz
ilahi adalete bağlı diyelim.
Isminiz okulunuzla özdeş. Henüz gençsiniz ama sanki emekli olunca sizsiz
EISTI yetim kalır gibi geliyor. Okulun geleceğiyle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Bu okul 1989 yılında bir ana
değerler belgesi yayınladı, açıklık, profesyonellik, etik ve dayanışma. Bunları
elimizden geldiğince öğrencilerimizle paylaşmaya çalışıyoruz. Empoze edemezsin
çünkü değerler empoze edilmez, değerler paylaşılır. Benden sonra gelen
vatandaşın bu değerleri sürdürmesi gerekir. Bu bir. Ikincisi büyük bir
ihtimalle altı yıl sonra emekliliğe ayrılacağım. O zamana kadar okulu devlet
okulu yapma projemiz var, iki devlet okuluyla beraber Collegium diye bir şey kurduk. Bu projemiz gerçekleşirse naçizane
istediğim, bu okulun hiç olmazsa bir sene başkanlığını yaptıktan sonra emekliye
ayrılmak.
Yaşamınızın en önemli kilometre taşlarından biri Galatasaray Lisesi.
Istanbul’daki üniversitenin akademik konseyine üyesiniz, Fransa’daki
Galatasaraylılar Derneğinin de kurucularındansınız. Galatasaray’la ilgili
duygularınızı öğrenmek istiyorum.
Babamı rahmetle her andığımda ilk
aklıma gelen beni altı yasındayken Galatasaray Lisesine vermiş olmasıdır. GSL
bir ekoldü, bir dayanışma okuluydu. Galatasaray’ın bana çok şey verdiğine
inanıyorum, nankör de olmadığımı düşünüyorum. Hem Amicale’in kurucu üyesiyiz, iki dönem başkanlık yaptık hem de gerek
benim dönemimden çocuklarıyla olsun, gerek yeni mezunlar olsun Galatasaraylılara
daima kapım açık. Başkanlığım döneminde oluşturduğumuz anadeğerler belgesindeki
etik, dayanışma, açık fikirlilik, laiklik, özveri, misyon yüklenme, mizah
duygusu, büyüklere saygı, küçükleri koruyup kollama değerleri Galatasaray
camiasında hep paylaşılıyor. Galatasaray deyince tabii spora değinmeden olmaz. Bu seneki GS’ı çok sevdiğimiz gibi
kötü zamanlarında da seviyorduk. Bütün Avrupa maçlarına giderim. Hiç
unutmayacağım GS UEFA kupasını aldığı zaman altı yüksek mühendislik okulu
direktörü telefon edip tebrik etmişlerdi, bu kadar GS’yi sevdiğimi bilirler.
Biraz daha geriye gidip köklerinize bir yolculuk yapsak?
Bir çocuğun köklerini tanıması
dengesi için çok önemli çünkü büyükanne-büyükbabaların verdikleri ile
anne-babanın verdıklerı farklı. ‘Çocuklar
kapital, torunlar faizleridir’ derler ya tabii faizlerle uğraşmak çok daha
rahat! Ailede çocuklar büyük bir
sevgi, bir aşk gördükleri zaman daha güçlü yetişiyorlar. Kırgınlıklar,
kavgalar, gürültü-patırtılar gören çocuklarınsa durumu daha zor. Aile terbiyesi
denen şey Türkiye’de var, gerçekten çok önemli, köklerini oluşturur insanların.
Kökleri olmayan insanlar sonbahar
yapraklarına benzer, nereye savrulacakları belli olmaz. Kökleri sağlam olan bir
ağaç ise ne kadar fırtına çıkarsa çıksın yine de dayanıklı olur.
42 yıldır Fransa’da yaşıyorsunuz. Türk-Sefarad kökleriniz sizi takip
etmiş midir bu kadar yıl?
Valla etmiştir diyeceğim şöyle ki
hala ladino konuşmayı bilirim, zevkle konuşurum. Gerçi biz öyle dindar bir aile
değiliz ama çocuklar nereden geldiklerini iyi bilirler, iki büyük oğlum türkçe
konuşur, iki numaralı oğlum şu aralar ladino öğreniyor. Yemeklerdi, müzikti
onlar devam ediyor, Maftirimi çok büyük bir zevkle dinlerim. Pesah’ın ilk
akşamı bizde yapılır, soframızda değişik dinlerden en az 25-30 kişi olur; dua
ladino, ibranice, fransızca okunur, çocuklarımıza bunu aktarmışızdır.
Biraz doğdunuz şehirden, Istanbul’dan bahsedelim, neleri özlersiniz?
Özlediğim şey eski Istanbul. Daha
az nüfuslu, şöyle Istanbul beyefendi/hanımefendilerini sokaklarda görebildiğiniz günleri arıyorum
haliyle. Gerçi bu bir evrimdir, Allah rahmet eylesin GSL’de müdürümüz
‘Beyoğlu’na ceketsiz, kravatsız çıkamazdık’ derdi. Şimdilerde tarihi eserlerini
bir yana bırakırsanız gençliğimin Istanbul’unu bulmak zor.
Hayatınızdaki en büyük pişmanlığınız desem?
Dindar değilim dedim ama inançlı
bir kişiyim. Inancım şudur ki Cenab-ı Allah bana herzaman yardım etmiştir. Çok
rahatsız olduğum zaman bile bu inanç beni terk etmedi. Hiç bir zaman bunu niye
yapmadım düşüncem olmadı. Daima ileriye baktım, yalnız dikiz aynasına bakmak da
iyidir. Nereden geldiğini bilmek evet ama geleceğe yoğunlaşmak daha iyi. Pişmanlığın aptalca bir duygu olduğuna
inanıyorum. Ya o pişmanlığını elinden geldiğince düzeltmeye çalışırsın ya
da geçmiş bir şey için üzülmek anlamsız. Esas anlamıyla epiküriyen bir adamım.
Okurlarımızla Paris’le ilgili ne paylaşmak
istersiniz?
Herşeyden önce Paris’in güzelliği
tartışılmaz. Bir akşam o III.Alexandre köprüsünden geçerken ışıklandırılmış
şehir harika. Ama çoğu Parislinin maalesef kaba tavırları var. Gerçi her
şehirde iyi ve kötü insanlar var ama Paris’e turist olarak gelenlerin kimi
Parislilerin tutumundan ve servis anlayışından dolayı üzülebileceğini
düşünebiliyorum.
[1] Fransa’nın en prestijli okullarından
Écoles supérieure des sciences
économiques et commerciales
[2] Fransa’nın önemli business
okullarından École des hautes études
commerciales du Nord
[3] École internationale des sciences du traitement de l’information
[5] Mağdur bölgeler
[6] Bağımsız Yüksek Okullar
Birliği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder