courtesy of Brett Petrillo
Fransa’da karanlık bir atmosfer
hakim. Sadece uzun, soğuk ve güneşe hasret bir kış geçirdiğimizden değil. Bütçe
Bakanı Cahuzac’ın Isviçre bankalarındaki gizli hesaplarının ortaya çıkmasıyla
patlak veren skandal, muhalefetin hükümetin istifası için baskıları, Cumhurbaşkanının
‘Hükümette Şeffaflık ve Moral Harekat’ına rağmen sondajlarda rekor düzeyde düşük
popülaritesi, artan işsizlik, sıfır büyüme, bütçe açığı, yüksek vergiler
nedeniyle ülkeden kaçan zenginler… Fransızlar bitkin, kızgın, suskun, umutsuz…
Bu ağır atmosfer içinde geçen ay The Guardian’da
çıkan bir makalede Fransız halkına karamsar olmanın doğuştan öğretildiği iddia
ediliyor. Paris School of Economics’den Prof. Claudia Senik tarafından yapılan
araştırmada Fransızların kendi kültürleri kanalı ile mutsuz olmayı öğrendiklerinin
altı çiziliyor. Bir zamanlar ‘joie de
vivre’yle
ünlü bu ülkede yaşam standartları ne olursa olsun insanların yetiştirilme
tarzlarında kasvet var. Bardağın yarısını hep boş gören ulusal karakter yapısı
Fransızları hayatta önce olumsuza odaklaştırıyor. Şikayet etmenin ‘milli bir
spor’ olduğu bu ülkede mutsuz insanlar ne kendilerini ne başkalarını
sevmiyorlar. Neden mi? Senik’e göre ülkenin genel zenginliği vatandaşlarının
mutlu olmasına yetmiyor. Bu tarzın eğitimde, sosyal alanlarda ve gençlik döneminde
öğrenildiğini savunuyor.
Gelin Fransa’ya dışarıdan bir bakalım: Dünyanın
en iyi yaşam standartlarına sahip ülkelerinden biri. Oturmuş bir sosyal güvenlik
ve sosyal adalet sistemi mevcut. Her vatandaşın eşit yararlanabileceği sağlık
hizmetleri, devlet okulları ve üniversiteleri var. 35 saat çalışma yasası ile
kullanabileceklerinin çok üstünde ücretli izinleri var. Iyi yemek, kaliteli şarap,
uzun öğle tatilleri… Filmlerde romantik portrelenen bir Fransa! Üstelik seksi ‘French lover’…
Italyan gazeteci Francesca bakın ne diyor: ‘Avrupa’da seks hayatlarından en az tatmin
olan millet Fransızlar. Erkekleri romantik, çekici, baştan çıkartıcı mı? Biz
Italyanlar için modası geçmiş bir efsane bu… Annemlerin nesli için belki-Belmando,
Delon… Fransızlar kadın-erkek eşitliğinde kazandıklarını baştan çıkartma
konusunda kaybettiler. Fransız aşık çoktan
tarih oldu!’
Fransa bir gül bahçesi değil. Ülkede 3,2 milyon
işsiz var, gençlerde işsizlik oranı %25. Masterlı, doktoralı gençlerin büyük çoğunluğu
stajyerliğin ötesine geçemiyor. Binlerce insan SMIC yani asgari ücretle yaşamaya
çalışıyor. 50 yaş üstü çalışanların işlerine son verildiği anda tekar iş bulma
imkanları neredeyse sıfır. Maaşlarıyla geçinemeyen emekliler kayıtdışı ek işlerle
hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bir MR çektirmek için en az bir ay sıra
beklemek, bir biyopsi sonucunu öğrenmek için beş hafta sabretmek gerekiyor. Numarasız
sinema biletleri nedeniyle yağmurda/karda sokakta sıra beklemek, havalandırması
olmayan, derme çatma salonlarda tiyatro izlemek… 12 gün boyunca teslim edilemeyen
FedEx kuryesi, işte bunların hepsi Fransa’da oluyor!
2 saatlik şaraplı öğle molaları artık sadece La
Fontaine masalları etkisi yapıyor. Yarım saat içinde ‘fast food’la besleniyor
ortalama Fransız… Yeme-içmede son 20 yılda oldukça düşen kalite… Brasserie’lerde hep aynı ‘yorgun’
steak-frites, çikolata mus, orta/düşük kaliteli sofra şarabı, çoğu da Metro Marketlerden
sofraya gelen hazır/dondurulmuş gıdalar… Üstelik serviste ufak bir gülümsemeyi
bile reddeden suratsız, bıkkın garsonlar…
Ya okul sistemleri? Çocuklara uslu oturmaları,
ders dinlemeleri, ses çıkartmamaları öğretiliyor. Kendilerini ifade etmeleri, fikir
üretmeleri desteklenmiyor. ‘Sözde’ Ingilizce öğreniyorlar-sokakta bir şey sorulduğunda
hata yapma korkusuyla yanıt vermekten çekiniyorlar. Gençlerin gelecekle
ilgili beklentileri hep karanlık, kendi nesillerinin bir gün emekli
olabileceklerine bile inanmıyorlar. Yine gençlerde, trafik kazalarının ardından
ikinci ölüm nedeni intihar. Avrupa’da en çok antidepresan kullanan millet Fransızlar.
En yüksek boşanma oranlarından biri de yine bu ülkede...
Fransa’nın dünyanın en güzel ülkelerinden
biri olduğu, doğanın cömert davrandığı, inanılmaz köklü tarih, sanat, kültür ve
edebiyat geçmişleri malum. Dünya tarihinin en önemli devrimlerinden birine imza
atan bir milletin torunları gelin görün ki bugün genel bir ilham eksikliği,
hantal bir yapı altında ezilip kalmış. Belki de sürekli pompalanan ‘Çok çalışıp
ne yapacaksın? Kazancının çoğunu vergi olarak ödeyeceksin. Başını eğ, orta
halli bir hayatı kabullen.’ mantığı gençlerde bile hakim.
Ya Fransa’ya göçeden yabancılar?
Ilk başta mutluyken Fransa’da kalış süreleri uzadıkça ve topluma entegre oldukça
mutluluk seviyeleri düşmekte! Hiç şaşmamak lazım. Geçen gün saat 18:30’daki
randevuma 40 dakika önce vardım ve feçi bir yağmur/soğuk var. Randevu mekanının
yanında bir Japon restoranının kapısında büyük puntolarla ‘Restaurant-Bar-Salon
de thé’ yazıyor (Restoran, Bar ve Çay Salonu) Şöyle sıcak bir yeşil çay içsem, içim
ısınsa deyip içeri girdim. Mekan bomboş, kapının yanındaki minicik barda iki
Japon muhabbet ediyor. Çay içmek istediğimi söylediğimde masalara oturamayacağımı,
akşam servisi için hazırladıklarını, istersem barda ayakta çay içebileceğimi söylediler.
Sevgili Japon, nerede kaldı
senin Japon adetlerin? Geleneksel çay sermonin? Eksi derecede kapının dibinde
buz gibi barda ayakta çay içmemin ne anlamı var? Eğer saat 18’de çay servis
etmeyeceksen niye vitrinine çay salonuyum diye yazıyorsun? Bunları düşüne düşüne
arkama bakmadan kaçtım. Ne yazık ki bu ülkeye yerleşen yabancı da mutsuzluk kültüründen
payına düşeni alıyor, Fransızlaşıp öz değerlerini kaybediyor.
Son ayların en büyük tartışmalarından
biri de okul saatleri. Fransa’da çocuklar haftada 4 gün okula gidiyorlar, çarşamba
günleri tatil. Yeni Eğitim Bakanı ‘Avrupa’ya uygun olarak çocuklarımız yarım gün daha fazla okula gidecek’
diyor ama kanun çıkartılamıyor/ uygulanamıyor. Fransız sürekli şikayet eder ama
sistemi bir virgül değişsin de istemez. Ne yapar? Sokağa dökülür. Öğretmenler
grevde, anne-babalar sokakta, bütün okul yöneticileri, belediye çalışanları
protestoda… Neymiş, şimdi bu ekstra yarım gün için öğretmen eksikliği var, okul
temizlikçilerinden kantinlere, servisten güvenliğe herşeyin yeniden organize
edilmesi gerekiyor. Büyük dram! Çıkan protestolar sonucunda hükümet geri adım
atıyor ve kararı departmanlara bırakıyor. Her departman kendi altyapısına göre
bu yarım günün çarşamba mı cumartesi mi olacağına karar verecek. Bu da yetmedi. 2014’de mi yoksa
2015’de mi uygulamaya koyacağını kararlaştıracak. Son yıllarda Türkiye’de sürekli
değişen okul/üniversite sistemleriyle kıyaslayın.
Başka söze gerek var mı?
Senik'in araştırmasını Fransa’nın önlenemez çöküşünün
ispatı diye değerlendirenler bile var. Yazı çok mu karanlık geldi? Boşverin. Başka
bir yazımda olumlu yönlerinden de bahsederim. Bulursam tabii...!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder