11 ocak 2015 pazar günü Paris dünyanın
özgürlük başkenti oldu. 1.5 milyon kişi Paris’te, 4 milyon kişi Fransa
genelinde ifade özgürlüğü, ulusal birlik ve demokrasiyi savunmak için yürüdük.
Vicdansızlığı, kötülüğü, düşmanlığı, şiddeti protesto ettik, terörü lanetledik.
Fransa’nın ve dünyanın tarihine yazılan bu anlamlı yürüyüş zihinlerimizden hiç
silinmeyecek.
7 ila 9 ocak arasında üç günde
Paris’te 17 yaşam teröre kurban gitti. Gazeteci, polis, ünlü veya sokaktaki
adam, farklı köken, görüş, sosyal sınıf ve inançtan insanlar… Karikatür çizdikleri
için öldürülen yazarlar, görevlerini yerine getirirken öldürülen polisler, Şabat
alışverişini yaparken dinleri nedeniyle öldürülen Yahudiler… Bu 17 yaşam
Fransa’nın farklı yüzleriydi. Fransa
kalbinden vuruldu.
Fransa’da ifade özgürlüğünü kısıtlayan
kanunlar 18. yüzyılın sonunda yürürlükten kaldırıldı. 1789 Insan Hakları
Deklarasyonuna göre insanın en değerli hakkı düşüncelerini ve fikirlerini özgürce
paylaşabilmesi. Her vatandaş özgürce konuşabilir, yazabilir, yayınlayabilir.
Nereye kadar? Kanun tarafından belirlenen, özgürlüğün kötüye kullanılması
noktasına kadar. Yani ifade özgürlüğü sınırsız değildir, kanunla çerçevelenmiştir.
Insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, etnik bir gruba, cinsel bir tercihe,
engellilere nefret çağrısı, antisemit ve ırkçı söylemler yasaktır. Kanun dinle
‘alay etmeyi’ yasaklamaz ama bir dinin inananlarına karşı nefrete çağırmayı
yasaklar. Mizah hassas bir konu, üzebilir, kırabilir, kızdırabilir, özellikle
politika, din ve hassasiyetler işin içine girdiğinde… Beğeniriz veya beğenmeyiz
ama öldürülen Charlie Hebdo gazetecileri ifade özgürlüğünde sınır tanımayan, tüm
dinleri hicveden, devletle alay eden insanlardı. Kalemleri sert, dilleri sivri,
ruhları anarşistti. Kışkırtıcı bir mizah çizgileri vardı. Sayfalarında
rahibeler mastürbasyon yapar, politikacılarla, kiliseyle, peygamberlerle, Papa’yla
alay ederlerdi. Fransa’nın ilk siyahi Adalet Bakanı Christiane Taubira’yı
maymun şeklinde karikatürize etmişlerdi. Aynı Bakan, karikatürist Tignous’un
cenaze töreninde ‘Evet, herşeyle alay
edebiliriz, bu haktır, bu demokrasidir’ dedi. Çizerlerden Georges Wolinski,
‘Sizi rahatsız ediyorsa okumayın. Benimle
alay etmek istiyorsanız sizi mahkemeye vermeyeceğim’ demişti. Hepsi kalemleriyle konuşurlardı, silahlarıyla değil…
Aradan iki hafta geçti. Mizahın ve
ifade özgürlüğünün sınırından, Fransa’daki Müslüman ve Yahudilerin durumlarına,
dini duyarlılıkların öneminden yaşadığı ülkeye entegre
edilememiş, dışlanmışlık hissi yaşayan göçmenlere, eğitim sisteminin
hatalarından cemaat kimlikleri üzerinden yapılan siyasete
varan yüzlerce yazı yazıldı, yorum yapıldı, tartışmalar yaşandı. Ben ise 11 ocak günü Republique meydanından
Nation meydanına yaptığımız yürüyüşün etkisi altındayım halen...
Fransa’da katıldığımız bu çapta ilk
yürüyüştü. Evden çıkmadan düşünüyoruz. Kimlik kartlarımızı unutmayalım, üzerimizde
kesici birşeyler olmasın. Buluşma meydanına girmeden mutlaka polis kontrolü
vardır, metal dedektörler vardır. Ne kadar gülünçmüş düşüncelerimiz! 35.000 m2’lik
bir meydan düşünün. O gün tüm toplu taşıma araçları bedava, insanların şehre
inmesi için kolaylık sağlanmış. Yakın metro istasyonları güvenlik nedeniyle
kapatılmış, insanlar buluşma yerine ulaşmak için kilometrelerce yürümekten
gocunmuyorlar. Meydana açılan tüm caddeler hınca hınç insan seli. Meydanın
ortasındaki heykele tırmanan gençler, pankartlar, dövizler, bayraklar sallıyorlar.
Saat 13:30’da geldiğimiz meydandan yürüyüşe ancak saat 16’da başlayabildik.
Kalabalık gittikçe yoğunlaştı, insanlar birbiriyle tanıştı, lafladı. Yaratıcı
pankartlarla gelmiştiler, fransızca, arapça, ibranice, ingilizce... Kocaman
kalemleriyle gelmiştiler, çocuklarıyla gelmiştiler. Onlarca engelli katılımcı gördük
kalabalığın içinde. Bir güneş parladı, bir rüzgar çıktı, bir bulut geçti,
hepimizi ıslattı. Ama kimse yerinden kımıldamadı. Yürüyüş başladığında farklı
inançlar yanyana, elele, kolkola yürüdü. Bizim önümüzde Yahudi dernekleri,
yanlarında ögrenci birlikleri, önlerinde Insan Hakları dernekleri, arkamızda Türk
gençleri, az ileride Kuzey Afrika kökenliler, Hristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar,
Budistler, dinsizler yanyana yürüdü. Kolkola bir haham ve bir imam ‘Allah adına
öldürülmez’ dedi. Kah sessiz, kah alkışla, kah milli marşla… Bir taşkınlık, bir
laf atma, bir iteleme yaşanmadı. Tek bir gözaltı olmadı, kimse saçından sürüklenerek
götürülmedi, tartaklanmadı. Nefret söylemi yoktu, intikam naraları atılmadı. Çoğumuz
Charlie Hebdo’nun karikatürlerini savunmak için değil ifade özgürlüğü için
oradaydık. Birlik, beraberlik, kardeşlik, demokrasi ve cumhuriyet ruhu için
oradaydık. Rekor katılımlı bu yürüyüşte kalabalığın dağılması gecenin geç
saatlerine taştı. Evet, ciddi güvenlik önlemleri alınmıştı. Binlerce polis vardı
ama yan sokaklarda arabalarında oturuyorladı. Ne bir toma ne bir panzer…
Gaz fişekleri, tazyikli su..?? Üstelik polis arabaları konvoy halinde geçerken
halk dakikalarca polisini alkışladı. Yürüyüşçülerden biri polisi öptü. Sürrealist
görüntüler!
Bir hafta
sonra Başbakan Manuel Valls mecliste yaptığı konuşmada Fransa’nın dimdik ayakta
olduğunu, ırkçılığa, teröre, antisemitizme hayır dediğini, özgürlüğe bağlı
kalacağını yeniledi. Politikacılar olarak halkın beklentilerine karşı
sorumlulukları olduğunun altını çizdi. Din savaşında olunmadığını, tüm Fransızların
birlikte mücadele edeceklerini belirtti. Antisemitizme özellikle vurgu yaptı: ‘Sokaklarımızda ‘Yahudilere ölüm’ diye bağrılmasını
nasıl kabul edebiliriz? Babasının Tunus’tan Fransa’ya daha güvende okumaya gönderdiği
gencin ekmek almak için girdiği markette Yahudi olduğu için öldürülmesini nasıl
kabul edebiliriz? Sınıfta öğretmenin ‘senin düşmanın kim’ sorusuna 7 yaşında
bir çocuğun ‘Düşmanım Yahudi’ demesini nasıl kabul edebiliriz? Kabul edemeyiz. Açıkça söylemek lazım- evet, artan yeni bir antisemitizm
var, banliyölerimizde, internette, Israil’den nefret ederek tüm Yahudilere yönelen
bir nefret var. Şu bilinmelidir ki ‘Yahudileri olmayan Fransa artık Fransa
olmaz’ Fransız Yahudilerine saldıran Fransa’ya saldırmış demektir.’ Ardından Müslüman
vatandaşlarla ilgili mesajlar verdi: ‘Müslüman vatandaşlarımız da çok endişeliler.
Camilere saldırılmasını asla kabul etmeyiz. Islam, Fransa’nın ikinci dinidir.
Cumhuriyetimiz, laikliği, kadın-erkek eşitliğini, prensip ve değerlerini kabul
eden tüm dinlerle uyumludur.’
Tabii hayat devam ediyor. 50.000
gibi sembolik tirajı olan bir dergiyi artık bütün dünya tanıyor. Fransız
ihtilalinin yaşandığı Voltaire’in topraklarında dayanışma ve evrensel değerlerde
buluşulan
11 Ocak Paris Yürüyüşü, o sıcak
insan seliyle barışa inançları pekiştiriyor.